T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANA BİLİM DALI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİ SÜRECİNDE TÜRKİYE'DEKİ METROPOLİTEN ALAN YEREL YÖNETİMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ A.SERAP FIRAT ANKARA 1997 GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE'NİN YEREL YÖNETİM YAPISI İÇİNDE BÜYÜKŞEHİR ALANLARI I - BÜYÜKŞEHİR ALANLARINA GENEL BAKIŞ A - BÜYÜKŞEHİR ALANLARININ TANIMI VE GELİŞMESİ B - BÜYÜKŞEHİR ALANLARINDA ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR C - KAMU HİZMETLERİNİN PAYLAŞIM MODELLERİ II - TÜRKİYE'DE BÜYÜKŞEHİR ALAN YÖNETİMİ A - TÜRKİYE'DE KENTLEŞME VE BÜYÜKŞEHİR ALANLARININ DOĞUŞU: a) Türkiye'de Kentleşme Oran ve Özellikleri b) Kentleşme Özelliklerinin Büyükşehir Alanlarındaki Yansımaları B - YEREL YÖNETİM ÖRGÜTLENMESİNİN TARİHÇESİ C - YEREL YÖNETİM YAPISININ TEMEL NİTELİKLERİ a ) İdari Vesayet b ) Özerklik c ) Açıklık ve Katılım d ) Yetki ve Yapılanma D.GELİR VE HARCAMALAR a ) Genel Olarak Yerel Yönetim Gelir ve Harcamaları b ) Yerel Yönetim Gelirlerinin Gösterge Değeri Olarak Değerlendirilmesi c ) Fiyatlama Politikaları d ) Yerel Yönetim Bankacılığı E - BÜYÜKŞEHİR YÖNETİM MODELİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ a ) Büyükşehir Belediyelerinin Yönetim Organları b ) Büyükşehir Belediyelerinin Görevleri c ) Modelin Değerlendirilmesi İKİNCİ BÖLÜM BÜYÜKŞEHİR ALANLARINDA TEMEL KAMU HİZMETLERİNİN YÜRÜTÜLMESİ I - İMAR PLANLARI VE İMAR HİZMETLERİNİN UYGULANMASI A - İMAR PLANLARI B - İMAR MEVZUATININ DEĞERLENDİRİLMESİ C - ÖRNEK UYGULAMA VE ÖNERİLER II - KONUT VE TOPLU KONUT HİZMETLERİ İLE GECEKONDU ÖNLEME ÇALIŞMALARI A - KONUT İHTİYACI VE KONUT POLİTİKALARI B - BİR YERLEŞME SORUNU OLARAK GECEKONDU C - TOPLU KONUT ALANLARI VE TOPLU KONUTLAR D - ÇÖZÜM ÖNERİLERİ III - ÇEVRE DÜZENLEME İŞLEVLERİ A - ÇEVRE DÜZENLEME VE ALTYAPI HİZMETLERİ B - AÇIK VE YEŞİL ALANLARIN DÜZENLENMESİ IV - ÇEVRE KORUMA İŞLEVLERİ A - ÇEVRE KORUMA DÜZENLEMELERİ VE STANDARTLAR B - ÖRNEK UYGULAMALAR V - İKTİSADİ VE SOSYAL DENETİM İŞLEVİ A - DENETİM KONUSUNDAKI MEVZUAT DÜZENLEMELERİ B - DENETİM İŞLEVİNİN GELİŞİMİ VE TÜKETİCİNİN KORUNMASI VI - TOPLUTAŞIM VE OTOPARKLAR SORUNU A - TOPLU TAŞIMA HİZMETLERİ B - OTOPARKLARIN ÖNEMİ VII - SOSYAL VE KÜLTÜREL FALİYETLER: A - KENTLEŞME VE SOSYALLEŞME ETKİSİ B - SOSYAL VE KÜLTÜREL FAALİYET ALANLARI ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ VE YEREL YÖNETİMLER I - KÜRESELLEŞME VE YERELLEŞME AKIMLARI II - KÜRESEL VE YEREL ETKİLER ÇERÇEVESİNDE AVRUPA BİRLİĞİ A - AVRUPA BİRLİĞİNİN KURULUŞU VE GELİŞİMİ B - TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ III - AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE YEREL YÖNETİMLER A - İNGİLTERE C - HOLLANDA IV - AVRUPA KONSEYİ VE AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI A - AVRUPA KONSEYİ'NİN YEREL YÖNETİMLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI B - AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI V - AVRUPA BİRLİĞİ- YEREL YÖNETİMLER DÜZENLEMELERİ VE SUBSİDİARİTE A - AVRUPA BİRLİĞİNİN YEREL YÖNETİMLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI B - SUBSIDIARITE İLKESİ VI - AVRUPA BİRLİĞİ-YEREL YÖNETİMLER İLİŞKİ AĞLARI A - TRANS-AVRUPA AĞLARININ ÖNEMİ B - BAZI TRANS-AVRUPA AĞLARI VII - TÜRK YEREL İDARELERİ DÜZEYİNDE DURUM: YORUM VE SONUÇ ABSTRACT KAYNAKÇA KISALTMALAR CETVELİ GİRİŞ Bu çalışma Avrupa Birliği üyeliği arifesinde bulunan Türkiye'nin yerel yönetim yapısını, hem bu birliğe uyumu anlamında incelemek, hem de bu açıdan karşılaştırmalı bir yaklaşım sergilemeye çalışmaktadır.Ancak bu yapılırken Türk yerel yönetiminde en hakim unsur olarak yer alan belediye yönetimi de kaçınılmaz biçimde ana ekseni oluşturmuş ve bu eksende globalleşme, yerelleşme, kentleşme, idari vesayet, kentsel hizmetler çerçevesinde şekillenen büyük şehir yönetim modelinin incelenmesini gerektirmiştir. Çalışmanın amacı yukarıda değinilen konular açısından bire bir Avrupa ve Türkiye uygulamasını karşılıklı olarak mukayese suretiyle bir sonuca varmak değildir. Nitekim tez ortak noktalar kadar farklılıklara da işaret etmekte ise de Avrupa Birliği üyesi ülkeler açısından da bu yönde bir stabilizasyondan söz edile- meyeceğini, yani idari yapı ve uygulamalar bakımından birçok farklılıklar taşıdığını kabul etmektedir. Bir farkla ki demokrasi anlayışının tüm kurum ve kavramlarıyla kabulü,temsili bazı yapıların ve uygulamaların da içeriğini etkilemekte; Yani şematik olarak demokrasi ile çelişebilir bazı yapı ve kurumlar, yerleşmiş bir demokrasi anlayışı dahilinde, yine şematik olarak demokratik yapılanmış ancak demokrasi anlayışı bakımından bu yapının içini boşaltan yaklaşımlardan daha ileri, çağdaş ve modern kılınabilmektedir. Türk yerel yönetimlerinin temel sorunu yapılandırma ve yasal yetkilerle donatmadan çok bu anlayış ve yaklaşım farklılığından kaynaklanmaktadır. Öte yandan yerel yönetim örgütlenme farklılığı incelenirken, yerelliğin, farklılığı da aynı zamanda doğal kıldığı şeklinde yorum yapılmıştır. Küreselleşmeye koşut olarak, bölgeselleşme ve yerelleşme kavramlarının gelişimiyle ortaya çıkan Avrupa Birliği oluşumu, bir bütünlük ve birliktelik sağlamaya çalışırken, bunu küresel müdahalelere karşı koyabilme ve bir güç olarak bütünleşme şeklinde sergilemekle birlikte, artan bir sıklıkla dile getirilen subsidiarite yani halka en yakın olan idare tarafından hizmetin yürütülmesi olarak açıklanan ifadeye dayanmaktadır. Bu yaklaşım da yerel yönetimleri giderek öne çıkartmaktadır. Bu çerçevede özellikle belediyelerimizin bu birliğe ve birliğin yapısal kurum ve politikalarına uyum anlamında, hazır olup olmadıkları hususu bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Hernekadar yönetim yapıları açısından Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında yerel yönetim örgüt ve işlevleri anlamında standart ve stabl bir yapıdan sözedilemeyeceği daha öncede vurgulanmış ise de yine de ilişkiler kurma, hizmet farklılık ve gerekliliklerini kavrama ve uygulayabilme, beklentileri karşılayabilme ve aynı zamanda metropol gelişimlerden de etkilenen bu yapıyı daha sağlıklı kılma çabaları da incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmada karşılaşılan en büyük sıkıntı, ifade ve kavram birlikteliğinin sağlanamamasından kaynaklanmıştır. Bu konuda literatürde yer alan kent-şehir, kentleşme-şehirleşme, metropolitan alan-büyükşehir yönetim alanları gibi farklı kullanımlar teze de yansımıştır. Gerek bu tür bir birlikteliği sağlamanın mutlaklığının önemine inanılmaması, gerekse sık sık değinme ve atıf yapılan bu yöndeki yayınlarda yer alan ifadelere sadık kalma çabası, bu karışıklığı, iyimser yaklaşımla birlikteliği sağlamıştır. Dünyanın geleceğinin hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkeler açısından kentlerde yattığı gerçeğinin kabulü ve kentlerin giderek büyükşehir alanı durumuna geçişiyle kent ve ülke düzeyinde ortaya çıkardığı sorunların, gerek sistem gerekse uygulamalar boyutuyla değerlendirilmesi tezin amacını oluşturmaktadır. Bu değerlendirmede Avrupa Birliği üyeliği arifesinde olduğu belirtilen Türkiye'nin yerel yönetim yapısının benzerlik ve farklılıkları ile uyum kaabiliyetinin sorgulanması yanında konuya dikkat çekmek hedeflenmiştir.Ayrıca bizzat bir kamu görevlisi olarak içinde bulunulan yerel yönetim sisteminin, doğru tahlili ile aksadığı ya da yakın gelecekte aksayacağı düşünülen hususlarda, akademik kimlik ve bakış açısıyla çözüm önerileri geliştirmek amaçlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde gelişmişlik ve refah ölçütü olarak,insana dönük her çabanın, sürekli ve artan bir şekilde gündemde kalması gerçeği, gerek yaşamsal hizmetlerin götürülmesi, gerekse yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği kabul edilmesi özellikleri nedeniyle yerel yönetimlerin metropolitan gelişmelerle uyum boyutu son derece önemlidir. Dünya üzerinde her alanda sınırları yıkan küreselleşme ve dünya vatandaşlığı akımlarının kaçınılmaz etkileri, hazırlıklı, öngörülü ve yetkin yönetim yapılarını gerekli kılmaktadır Bu tez ele alacağı konu çerçevesinde yeni önermeler içermeyi amaçlamaktadır, Tezin sonuçlarının kuramsal ve pratik yararları işaret etmesine çalışılmıştır, Türkiye ölçeğinde uygulamanın yeniliği de bu tür araştırmaları gerektirmektedir. Tezin konusu ağırlıklı olarak kavramsal çerçevede ele alınmış olup, yasal hükümlerin ve hizmet uygulamalarının tartışılması gerçekleştirilerek, bu noktalar-dan hareketle önermeler geliştirilmiştir. Çalışma iki temele oturtulmaktadır. Öncelikle küresellik akımları arasında yerelliğin konumu, önemi ve kazandığı yeni anlama yönelik olarak yerel yönetim olgusunun incelenmesine çalışılmış, daha sonra bu çağdaş konum içerisinde yerel hizmetlerin şekillenişi, önemi,mevcut durumu ve yapılması gerekenler belirlenmiştir. Gelişen kent yapılarının nüfus artışı ve sürekli kentleşme eğilimleri karşısında ortaya çıkan büyükşehir alanlarında, gerek altyapı ihtiyaçları, gerekse sosyal hizmetlerin artması, yoğunlaşması ve teknolojik gelişmelere de bağlı olarak hizmet tanımlarının yeniden yapılması gereği de bu çerçevede büyük önem taşımaktadır. Çalışmanın kavramsal çerçevesi bütün bu önermeleri doğrulamak yanında, Türkiye uygulamalarının bu niteliklere sahip olabilmesi için geçirmesi gerekli değişikliklere işaret etmeyi ve bu gereklilikleri sunulacak verilerle desteklemeyi kolaylaştıracak şekilde oluşturulmaya çalışılmıştır. Tezin varsayımlarından biri kentlerde oluşan yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu görüşüdür. Bunun yanında ikibinli yıllarda dünyanın kentsel-kırsal nüfus dengesinin kentsel nüfus lehine değişeceği düşünülmektedir. Büyükşehir alanlarında yürütülecek temel kamu hizmetleri bakımından merkezi-yerel idare ilişkisi yadsınmamak ve hatta vurgulanmakla birlikte, hizmet dengesinin yerel idareler lehine değiştiği ve bunun da uygun kabul edilmesi gerektiği öngörülmektedir. Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde yerel yönetimlerin ağırlıklı bir toplumsal role sahip oldukları ileri sürülmektedir. Buna karşın Avrupa Birliği-Türkiye uyum çalışmaları içerisinde en ihmal edilen boyutun yerel yönetimler olduğu varsayımı tezin ana temasını oluşturmaktadır. Öte yandan, Türkiye'deki kentleşmenin yapısal özelliklerinin sonucu olarak büyükşehir alanlarının giderek büyüdüğü şeklindeki varsayıma dayalı olarak, büyükşehir alanlarında ortaya çıkan hizmet ve yönetim sorunlarının kaçınılmaz olarak batı örnekleriyle kıyaslanması ve bu örneklere göre şekillenmesi gereğine işaret edilmektedir. Bu durum da batı örneklerinin,sonuçta Avrupa Birliği üyesi ülkelerden oluştuğu gerçeğini yeniden hatırlatmaktadır. Tez özellikle bir kavram olarak büyükşehir belediye alanlarının gelişmesi ve bu gelişmeye paralel olarak yerel hizmetlerin görülmesi olgusundan hareket etmekte ve zaman zaman dünya uygulamaları ile ilişkilendirilerek, Türkiyedeki mevcut yönetimi irdelemektedir. Bu çerçevede diğer belediye alanları ve ilçe belediye birimleri ile il özel idare birimleri kısa değinmelerle yeralmakta ve detaya girilmemektedir. Avrupa Birliği görüşme ve çabaları çerçevesinde, yerel yönetim anlayışının, Avrupa'lı niteliği ve uyum kaabiliyetinin sorgulanması öngörülmektedir. Ancak bu mukayeseli inceleme sistemi, ülkelerin genel idari yapıları ve demokrasi gelenekleri ile doğrudan ilgili bulunduğundan bu tezin kapsamını aşacağı düşüncesiyle global bir karşılaştırma ile yetinilmiştir. Benzer şekilde genel anlamıyla Türkiye'deki yerel yapıları inceleyen bilimsel yapıtların azlığı ve benzerliği yanında siyasi otoritelerce bilimsel önerilerin yasal platforma oturtulmasının genellikle de facto durumları takip ederek uygulanabilmesi karşısında da merkezi-yerel idare ilişkileri ve diğer konularda tekrarlardan kaçınmak ve eleştirel bakış açılarını vermek önemsenmiştir. Diğer yandan Türkiye'de belediyecilik mevzuatının, belediyecileri dahi şaşırtabilecek kadar çok sayıda ve içiçe geçmiş unsurlurdan oluşması ve bundan da önemli olarak idari yapıda taşıdığı ağırlık, hizmet kalite ve çeşitliliği yanında kapsamının genişliği gibi hususlar da çalışmayı biraz dağınık sayılabilecek bir çerçeveye oturtma zorunda bırakmış, her yönüyle, genel bakabilme çabasıyla bu kalabalık açıklanmaya çalışılmıştır. Tezin bir diğer sınırlılığı amaca da uygun biçimde, sayısal verilerden kaçınılarak, genel eğilim olarak belirlenen sonuçlardan hareket etme çabası şeklinde olmuştur. Bu yaklaşımı biraz da bu alandaki yayınların azlığı ve bilgilerin genellikle parça parça bulunabilirliği, sağlıklı bir istatistiksel dökümün, güçsüz ve küçük yerel yönetimler tarafından sağlanabilmesinin imkansızlığı da etkilemiştir. Öte yandan yerel yönetim sistemimizin yetersizliği ve sorunları kalkınma plan ve programları ile hükümet proğramlarında, 1960'lardan bu yana üzerinde durulan ve çözüm yolları önerilen konular olmuşlardır. Aynı biçimde siyasal partiler de proğramlarında ve bildirgelerinde yerel yönetimlerin sorunlarına ve bunlar için düşündükleri çözümlere yer vermişlerdir. Ancak gerek bu tür belgelerde yeralan tesbit ve çözüm önerilerinin iktidara gelindiğinde unutulması ve zamanla sürekli yinelenir bir duruma gelmesi, gerekse bu konuda yazılmış birçok tez, kitap ve benzeri eserde kalkınma planlarına atıfların adeta klasik bir bölüm olarak yeraldığı tesbiti karşısında araştırmacı tarafından bu hususlara girilmemiş,sadece açık çelişkilerin tesbit ve vurgulanması bakımından örnek verilmesiyle yetinilmiştir. Değinilen temel varsayımlara dayanan ve belirtilen sınırlılıkları içeren tez üç ana bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde Türkiye'nin yerel yönetim yapısı içinde büyükşehir alanları, gelişimi, sorunları ve kamu hizmetleri boyutu yanında yerel yönetim örgütlenme tarihçesi, temel nitelikleri, model ve modelin değerlendirilmesi yeralmıştır.İkinci bölümde temel hizmetlerin yürütülmesi, ana başlıklar altında, mevcut durumları, olması gerekenler ve yer yer karşılaştırmalı örneklerle incelenmiştir . Üçüncü bölümde küresel ve yerel çatışmalara değinilerek, bu çerçevede şekillenen Avrupa Birliği incelenmektedir. Avrupa Birliği'nin kuruluşuna ilişkin genel bilgilerle yetinilerek, örgüt yapısı, ilişkileri ve özellikleri irdelenmemiştir. Yalnızca konuyla ilgili boyutu oluşturan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı nedeniyle Avrupa Konseyi'ne değinilerek bazı Avrupa Birliği ülkelerinin yerel yönetim yapılarından kısa örnekler verilmiştir. Bu bölümde kendi iç dinamiği yanında dış etkilere de açık bulunan yerel yapının, Avrupa Birliği'nde büyük kabul gören Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Avrupa Birliği ilişki ağları çerçevesinde durumu değerlendirilmiştir. Sonuç bölümü, varılan ana noktaları yeniden vurgulamakta ve önerileri toparlamaktadır. Bütün bu noktalardan hareketle özetleyerek ifade etmek gerekirse tezin ana temasını oluşturan yaklaşım, küresel gelişim ve örgütlenmeler çerçevesinde, yerel yönetimin, yetki alanları içindeki mekanları geleneksel algılama biçimlerinin dışına çıkarak bir sistemler bütünü olarak görmeleri, bir başka deyişle, bu mekanları belirli bir amaç çevresinde örgütlenmiş, birbirleriyle ilişkili elemanların oluşturdukları grupların bütünü şeklinde algılayarak, yönetim ilkelerini bu sistemlerin işleyiş yasalarına göre uyarlamaları gerekliliğini savunmaktır. Çalışma, bu alandaki yayınların taranması ve yorumlanmasıyla ortaya çıkarılmış, ulaşılan sonuçlar aynı zamanda kaynak kişilerin bilgi, düşünce ve görüşlerine müracaatla sınanmış ve kotarılmıştır. Genel olarak durum saptamaya ve betimlemeye yönelik bir çalışmadır. Elde edilen verilerin sağlığı bakımından sorunun kökenine ve çözüm önerilerine olabildiğince yansız yaklaşılmaya çalışılmıştır. BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE'NİN YEREL YÖNETİM YAPISI İÇİNDE BÜYÜKŞEHİR ALANLARI I - BÜYÜKŞEHİR ALANLARINA GENEL BAKIŞ Uygarlığın en dinamik unsurlarından biri kenttir. Sadece bu özelliği bile tanım getirmede güçlük yaratmaktadır. “Webster's'deki tanımlamaya göre “town”-kent coğrafi olduğu kadar, siyasal merkez, bir nüfus yerlkeşmesi yeri ve iş merkezidir. Varlığı bir dinsel kurul ile doğrudan doğruya ilişkili değildir. Fakat süreli veya dönüşümlü fuarlara sahip olan bir yerdir ve bir pazar yeridir. Aynı kaynak “city”-kent için İngilizlerin değerlendirmesi olarak, yerleşmenin tarihsel kimliği içinde geleneksel ve onurlu bir tanımlama biçimi olduğunu , yasal belirliliğinin ve herhangi bir yerel yönetimin ifadesi de olmadığını kaydeder. ABD için, “city”-kent tanımında belirli bir anlam taşıyan bir belediye, bir yerel yönetimin bulunduğu ve belediye ile merkezleşmiş yer olarak ifadesini bulur. Gene ABD'de genel kullanılış içinde, yasal olarak aktüel büyüklük ve önemine de bakılmaksızın, bir kentsel merkez için “city”-kent tanımı kullanılabilir. Avustralya ve Kanada'da “city”-kent merkezi ve eyalet yönetiminin altında, belediye yönetimi ve daha büyük birimler için kullanılan bir deyimdir. Fransızların “ville”-kent değerlendirmesi, yerleşik nüfusunun çoğunluğunun ticaret, sanayi veya yönetimle meşgul olduğu bir toplanma yeri biçimindedir. Kıray için kentler, ”tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha önemlisi, hem tarımsal, hem de tarım dışı üretimin dağıtımının yapıldığı, kentsel fonksiyonların toplandığı belirli teknolojik gelişme seviyelerine göre büyüklük, heterojenlik ve bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme birimleridir”. Irmak'ın kent tanımlaması ise bir yerleşme biçimi ve topluluk türü olması şeklindedir. Bu yerleşme türünün günümüzün egemen bir yerleşme ve topluluk tipi olma eğiliminde olduğunu da ayrıca kaydeder. Meydan Larousse da kentin, halkının çoğunun ticaret, sanayi veya yönetimle ilgili işlerle uğraştığı bir yerleşim alanı ve tarım dışında işlerle uğraşan insanların toplanmasıyla meydana gelen ekonomik, demografik ve sosyolojik bir kurum olduğunu kaydeder. Ülkemizde belediye örgütünün kurulmasıyla yerleşmenin belde olarak değerlendirilmesi ve bu örgütlenme için 2000 nüfus büyüklüğü altındaki yerleşmeler ile üzerindeki yerleşmelerin ayrı statülere ve ayrı yasal duruma bağlanması Köy Kanunu'nda gerçekleştirilmiştir. İmar Kanunu'nun 26. Maddesi imar planına sahip olma ve imar faaliyetlerine girişebilme yönünde, yerleşik nüfusun kentleşmiş, 5000 ve hatta 10.000 nüfusta olmasının yeğlenmesi yönünde bir görüşü getirmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü istatistiksel ifadelendirmede “ilçe ve il merkezlerinin belediye sınırları içinde kalan alanını “kent-şehir” olarak kabul eder. İmar ve İskan Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı ve genellikle akademik kuruluşların araştırma ve çalışmalarında “kent-şehir” büyüklüğüne yönelik ifadelendirmelerde, istatistiksel verilerin toplanma ve anlatım birimi olarak yayınlarda yer aldığı biçimiyle 10.000 nüfus büyüklüğü alınmaktadır. Sonuç olarak, kent, bir yerleşme türü, yerel yönetime sahip yasal bir birim, çevresine göre bir merkez oluşturan, yani toplama-dağıtma merkezi olan, tarım dışı (sanayi-hizmet) faaliyetlerinin yoğunlaştığı ve kontrol edildiği ve bu bağlamda da örgütlenme ve uzmanlaşma ile belirlenen özgün bir kentsel yaşama sahip olan ve tercih edilen bir yerleşme türü olarak tanımlanabilir” Çağdaş şehircilik disiplini, şehirlerin doğuş nedenlerini ve büyümesini açıklayan bir takım düşünce sistemleri geliştirmiştir. Bu sistemlere “Şehir Kuramları” denir. Genel olarak şehir kuramları geleneksel ve çağdaş kuramlar olmak üzere ikiye ayrılabilir: “Geleneksel kuramlar:Ortak merkezli çemberler, dilimler, birden fazla merkezli gelişme ve merkezleşen yerler olarak dört ayrı başlık altında incelenerek tasnif edilebilir. Çağdaş Kuramlar:Şehirlerin büyümesini haberleşme kuramı ile açıklayan yaklaşım, insan ilişkilerine, şehir biçimine, ulaşabillirlik kavramına, şehir yapısına yansıtan iktisadi modellere, karar çözümlemesine dayanan şehir yapısı görüşüne, ve sosyolojik yaklaşımlara bağlı olarak da yedi başlık altında incelenmektedir” . Benzer bazı kaynaklarda ise “Şehir sınıflandırmaları” başlığı altında yaklaşık olarak aynı noktalardan hareketle şehirler şu sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır:“a.Fonsiyonları açısından, b.Barındırdıkları nüfus açısından, c.Fiziki sınırları açısından , d.Yerleşme saha şekilleri açısından(morfolojik), e.Geçirdikleri kronolojik safhalar açısından” şehirler sınıflandırılabilir. Ülkemiz büyükşehir alanlarının kapsamlı bir değerlendirmesine gidilmeden önce genel olarak bazı tanımlardan ve saptamalardan hareket etmek gerekmektedir. Bugün büyükşehirlerimizin gelişiminin metropolitan bir gelişim olduğunu, dolayısıyla çözümün de bu çerçevede aranması gerektiğini söylemek mümkündür. A - BÜYÜKŞEHİR ALANLARININ TANIMI VE GELİŞMESİ Metropolitan gelişme, 20. yüzyılın şehirleşme düzenini ve biçimini simgeler. Metropolis, Yunanca metro (ana, asıl) ve polis (şehir) kelimelerinden meydana gelmiş ve önce antik çağların şehir devletlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Daha sonraları ise Londra , Paris, Tokyo, New York gibi büyük yerleşim merkezlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Metropolitan alanlar ise metropolis ile onun ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yönden etkisi altında bulunan çevreden meydana gelen ve kamu hizmetlerinin yürütülmesi açısından önem taşıyan yerlerdir. Komşu metropolitan alanların yan yana gelmesi ile devamlı ve bitmeyen bir şehir görünümü veren yerleşme ise Megalopolis adını alır. Evren şehir de hızlı bir şehirleşme oranı ile yeryüzünün tamamen yerleşme alanı haline geleceği fikrini açıklar. Metropolitan alan ve onun daha geniş sınırlarını içeren”megalopolis” adı Fransız coğrafya bilgini Jean Gottman tarafından ABD'de(1961) New Hempshire ve Kuzey Virginia arasındaki 7 eyaletin,şehirleşmiş yörelerin ve yaklaşık 40 milyon nüfusu kapsayan, her tür ekonomik ve toplumsal kümeleşmeyle oluşmuş, coğrafi olarak daha geniş şehir özellikli bölgeleri açıklamak için kullanılmıştır. Mesela Tokyo Metropolitan alanını da içine alan Tokaido Megalapolis'i Osaka ve Kobe'yi de kapsayan,tüm Japonya nüfusunun %50'sinin oturduğu bölgeye denilmektedir. Ancak bütün bu sözcüklerle açıklanan, türkçe karşılığı olarak da ”anakent” veya “büyükşehir” gibi kelimelerle ifade edilen kavramların kesin tanımlamalarını yapmak hayli güç görünmektedir. Kavram arayışları olgunun çağdaş ve farklı bir boyut arzetmesine dayanmaktadır. Şöyle ki Avrupa ve Kuzey Amerika'da büyük kentler 18.yüzyılda başlayıp 19.yüzyılda da süren endüstriyel devrimin ve kırsal yörelerden kentlere doğru göçün sonucu olarak doğmuşlardır. Kentlerin bu aşırı nüfus akımını kaldıramaması kent çevrelerinde plansız yerleşim alanlarının serpilip yaygınlaşmasına neden olmuş, zamanla bu alanlar biraz da merkezi yönetimlerin zorlama ve yardımları ile kentlerin yönetim sınırları içine alınarak, kentlerin nüfusu, hizmet yükü ve alanları genişletilmiştir. Oysa ki gerek 19.yüzyıl sonlarında, gerekse içinde bulunduğumuz yüzyıldaki gelişim ayrı özellikler gösterir. Özellikle endüstriyel gelişimini tamamlamış ülkelerde kentler çevresinde oluşan “banliyö”, ”yatakhane kent”, “uydukent” gibi adlar verilen yerleşim alanları, kentlerin sorunlarından kaçıp , sahip oldukları görece iyi sosyo-ekonomik olanakları kentlerle paylaşmamak için kendi yerel yönetimlerini kurmayı, kentlerle yönetsel birleşmeye tercih eder olmuşlardır. Sonuçta birbiriyle ekonomik, toplumsal ve hatta organik bütünlük içinde bulunan bu kentsel alanlarda, sorunların büyük bölümünün ortak olmasına karşılık birbirinden bağımsız parasal ve teknik açılardan yetersiz çok sayıda yönetim doğmuştur. Bu özellikleri nedeniyle anakentin çeşitli yanlarını ortaya koyan, değişik çevrelerce benimsenebilecek bir tanımını yapabilmek zordur. Bu çok yönlü ve karmaşık olgu, bir yönetim düzeni, bir toplumsal organizma, bir ekonomik birim, insanların ve binaların oluşturduğu bir birikim ya da sadece bir coğrafi alan olarak düşünülebilir .Bir siyaset bilimcisi için önemli görülen boyutlar,bir toplumbilimci, bir plancı, bir coğrafyacı, bir ekonomist, bir sanatçı için farklıdır. Bir gözlemcinin ya da bilim adamının anakentsel toplumda aradığı şey, onun bakış açısı , kişisel ilgi, beğeni ve amaçlarıyla bağlı olacaktır. Ayrıca anakent, içinde bulunduğu ülkenin koşullarına göre ayrı nitelikler gösterebilir. Kentin ülke ekonomisine katkısı, akçal gücü, çalışma olanakları gibi ekonomik etmenler bir başka boyutunu oluştururlar. Aynı zamanda kültür merkezidirler. Ayrıca siyasal gücün temel kaynakları olarak ya hükümet merkezi ya da ulusal veya uluslararası örgütlerin, toplumsal eylemlerin yoğunlaştığı yerlerdir. Bu özellikleriyle yerel yönetimlerin alcakları biçimleri de doğrudan etkileyen temel öge durumundadırlar. Öte yandan dünyadaki bütün büyük şehirlerde şehirsel bölgenin nüfusunun, o şehrin merkez nüfusuna oranla çok daha fazla olduğunu görmek mümkündür. Nüfusun büyük bir çoğunluğu anaşehrin hudutlarının yakınında olan bölgelerde yaşamaktadır. Ayrıca hernekadar giderek büyüyen kentler ve kentleşme hızının değerlendirilmesinde, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında bir paralellik kurulmakta ise de önemli bir ayrıntıyı gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Gelişmiş ülkelerin kentleşme düzeylerinin yüksekliğine bakılırken bu ülkelerde kentleşme hızının gelişmekte olan ülkelerinkiyle kıyaslanamayacak ölçüde yavaşladığı unutulmamalıdır. Örneğin İngiltere'de kentleşme düzeyi % 80 ‘in üzerinde olmasına karşın yıllık ortalama kentleşme hızı % 4 ‘ü geçmez. Tersine Hindistan'da %25 dolaylarında bir kentleşme düzeyinin varlığına rağmen yıllık ortalama artış hızı % 8'in altına düşmemektedir. Son olarak şehirleşme farklılıklarının siyasal yapı üzerindeki etkisine değinen görüşlere de dikkat etmek gerekmektedir. 19 yüzyıl için “politik bilincin ilk olarak ortaya çıktığı yüzyıl” tanımlaması yapılırken, “bu uyanışın, milliyetçilik, idealizm ve rasyonalizm çerçevesinde endüstrileşme ve şehirleşme ile birleşmesiyle daha sonra yirminci yüzyılın metamitlerine dönüşecek olan bir düşünce tarzının yaratıldığı”ifade edilmektedir. B - BÜYÜKŞEHİR ALANLARINDA ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR Büyükşehir alanlarında ortaya çıkan en önemli sorunlardan biri ekonomik, toplumsal ve organik bütünlük içinde bulunan metropolitan bölgede, sorunların büyük bölümünün ortak olmasına karşın, birbirinden bağımsız, mali ve teknik açıdan yetersiz çok sayıda yönetimin doğmasıdır. Öte yandan giderek küçük yerleşimlerin ve merkezin karşılıklı büyümeleri ve yakınlaşmaları, merkezdeki birçok ana hizmeti küçük yerleşimlere de götürmeyi gerekli kılmış, bu da yerel idarelerin bu yükün altından kalkamamaları ile sonuçlanmıştır. Teknik, ekonomik ve demografik olarak gelişen bu merkezlerdeki yerel idarelerin hizmet sunumunun nicelik, nitelik ve yoğunluk olarak artması gerekmiştir. Modern teknolojinin şehir fizik mekanında uygulanması modern metropolitan alan yerleşme düzenini oluşturmuştur Bu teknoloji ve üretim faaliyetleri büyük ölçekli, toplum ve coğrafi kısıtlamalardan serbest bir yapılaşmayı geliştirmiştir. Yaygın yerleşimli, kır-şehir dokulu bu şehirleşme hareketi ülke yerleşme düzeninde yeni bir şehirsel form oluşturmuştur. Öte yandan tarihin her döneminde olduğu gibi şehir yerleşimi de onu kuran toplumun ve uygulanan teknolojinin bir ürünüdür. Sanayi şehrini nasıl bir sanayi toplumu meydana getirmişse metropolitan oluşumu da sanayi sonrası olarak tanımlanabilecek bir toplum gerçekleştirmiştir. Metropolitan fizik-mekan organizasyonu, farklı seviye ve türde bir teknoloji uygulaması ile bunları kullanma durumunda olan farklı yapı ve değişme dönemi içinde bulunan toplumlara göre şekil kazanır. Metropolitan alanların büyüyüp gelişmesi merkezi idare açısından da bir takım sonuçlar doğurmaktadır. Bu alanlar bölgelerine gelişmişliği yayan faaliyet merkezleri olarak bugünkü ve gelecek nüfusa bir büyük şehrin kaynaklarından ve potansiyelinden yararlanmak imkanı verir. Bu imkanların, diğer bir metropolün etkisiyle buluşuncaya kadar en geniş şekilde yayılmalarını sağlamak üzere ikinci ve üçüncü derecede şehir merkezleri yaratmak gerekebilecektir. Bu özellikleri ile yarattıkları dış ekonomiler yoluyla ikinci ve üçüncü sektör faaliyetlerinin, yani imalat ve hizmetlerin yoğunlaştığı yerler olurlar. Yurdun diğer kesimleri ile kıyaslandığında buralarda endüstri ve hizmet prodüktiviteleri daha yüksektir . Sorunlara çözüm üretebilmek ve gelişmelere uyum sağlayabilmek amacıyla bazı tedbirler uygulanabilmektedir. Metropolitan alanların nüfusunun seyrekleştirilmesi bu tedbirlerdendir. Fazla gelişmiş bölgelerin büyüme hızını yavaşlatmak için kullanılan araçlar, daha çok “olumsuz” nitelik taşır. Olumlu kabul edilen araçlar ise gelişmiş bölgelerdeki ekonomik ve toplumsal faaliyetlerden bir bölümünün başka bölgelere aktarılması ve büyük şehirler çevresinde yeni ve uydu şehirler yaratarak nüfusu dağıtmaktır. Bu araçlar son 25-30 yıldan beri Fransa ve İngiltere'de ve bazı az gelişmiş ülkelerde uygulanmıştır. Merkezde kurulacak kimi yeni sanayi kuruluşları için özel izin alma zorunluluğu konulmuş, kimi kamu hizmetlerinin taşraya aktarılması için de özel bir proğram hazırlanmıştır. Öte yandan bizde de zaman zaman önerildiği üzere, sosyalist ekonomilerde, sürekli çalışma izinleri olmadığı halde büyük şehirlere yerleşmek isteyenlere bu izin verilmemiştir. Sorunları çözmek için yeni teknik yetenekler yanında, yeni teşkilat ve özel mekanizmalar kurmak gereği de nihai sorun olarak belirtilmelidir. Metropolleşme hareketinin meydana getirdiği metropolitan yerleşmenin yasalar çerçevesine alınması ve kurumsallaştırılmasında, hem genel ülke yönetim yapısı, hem de yönetim hiyerarşisinin bir politik ve idari bütünlüğe kavuşması gerekmektedir. Böyle bir idari yapı ile teknolojik ve toplumsal değişimin de denetiminin yapılabileceği bir çerçeve yaratılmış olmaktadır. C - KAMU HİZMETLERİNİN PAYLAŞIM MODELLERİ Metropolitan alanlarda yeralan büyükşehirlerin yönetim modelleri başlıca iki kümede toplanabilir.Birincisi, geçici, küçük çapta ve görev konuları nisbeten sınırlı olanlardır. Yönetimlerarası hizmet sözleşmeleri, yerel yönetim birlikleri ve özel amaçlı anakent kuruluşları bu kümedeki modellerin örnekleridir. Yönetimlerarası hizmet sözleşmelerinin kaynak israfını önlemek özel amaçlı kuruluşların oluşmasına yardımcı olmak gibi üstünlükleri vardır. Öte yandan yerel topluluklar arasında menfaat anlaşmazlıkları bu sözleşmelerin anakent alanında bulunan bütün yerel birimleri bağlayıcı olmalarının sağlanmasındaki güçlükler, sözleşmelerin nispeten kısa süreleri kapsamak zorunda bulunmaları ve son olarak da kamunun denetlemesine elverişli bulunmaması başlıca mahzurlarını oluştur-maktadır. Yerel yönetimlerin kendi aralarında kuracakları birlikler ise isteğe bağlı olarak oluştuğundan bütün anakent alanını kapsaması gereken işleri gerçekleştirme bakımından yeterli olmayabilir. Bununla birlikte birlik kurmanın başlıca üstün yanı, birliği oluşturan yerel birimlerin tüzel kişiliklerinin ve yerel özerkliklerinin korunmakta olmasıdır. Birlik kurma, aynı zamanda yerel topluluklarda kendine güven duygularını ve insanların işbirliği alışkanlıklarını da güçlendirmektedir. New York Liman Yönetimi gibi özel amaçlı anakent kuruluşları ise genellikle tek bir görevi yerine getirmek üzere kurulurlar.Bu kuruluşların belli bir şehir hizmetini anakent alanının tümüne sunabilmek gibi bir üstünlükleri vardır. Bununla birlikte üzerlerinde toplum denetimi kurmanın güçlüğü, yönetime katılma açısından elverişli bir durumda bulunmamaları ve merkezi yönetimin planlama ve kaynak ayırma mekanizmalarından nispi olarak bağımsız bulunmaları, bu yönetimin mahzurları arasında sayılabilir. İkinci grup yönetim uygulaması ise, yerel yönetim birimlerinin birleşmeleri (Amalgamation) ve aralarında federasyonlar kurmaları şeklinde iki model olarak ortaya çıkmaktadır. Yerel birimlerin yasa ile zorunlu olarak ya da kendi istekleri ile birleşmelerinin başlıca üstünlüğü, birleşme sonunda oluşan yeni yerel yönetim birimlerinin sınırlarını daha uygun bir biçimde çizmeye imkan vermesi ve böylece kamu hizmetlerinde etkinliği artırmasıdır. Böyle bir düzenleme sonucunda, gerçekçi ve en uygun biçimde yeniden çizilecek yerel yönetim sınırları içinde kamu hizmetlerinde etkinlik ve koordinasyon sağlanabilir ayrıca demokrasinin yerel özerklik ve katılma gibi ilkeleri de güçlendirilmiş olur . Bu modellerin herhangi birinin seçilip seçilmeyeceği, hangisinin seçileceği, ülkenin yapısına, demokratik gelişme düzeyine, ihtiyaçlarına , imkanlarına göre değişir. Modellerin birden fazlasına başvurulmasında da yarar görülebilir. Önemli olan birleşmeyi sağlarken, yerel yönetimlerin özerkliklerine saygılı olmak, bu özerklikleri yalnız tüzel yetkiler yönünden değil, mali kaynaklar açısından da korumaktır. Her ana kent örgütlenmesinde üst düzeyde bulunan yönetim basamağı ile alt düzeydeki birimler arasında görevler ve yetkiler, hizmetin etkinliği, verimliliği ve katılım gibi etmenler hesaba katılarak paylaştırılmıştır. Bu bölüştürülmede, her ülkenin siyasal, yönetsel, ekonomik ve kültürel özellikleri, olanakları ve gereksinmeleri rol oynar Ana kent yönetimleri, anakent alanının tümünün yönetiminden tek kademeli bir yönetsel örgüt veya iki basamaklı bir tür federatif yapı oluştururken, sınırları içindeki irili ufaklı yerel yönetim birimlerini bir şemsiye altında toplarlar . Valencia 1967'den sonra, Zagrep 1968'den önce ve 1868'den sonra Londra Anakent Belediyesi tek dereceli anakent yönetimlerinin örnekleridir. Oysa Madrid, Paris ve 1968-1986 arasındaki Londra yönetimleri, iki hatta üç basamaklı anakent yönetimlerine örnek gösterilebilirler. Daha önce kurulmuş olanların deneyimlerinden yararlanılarak, İtalta ve Hollanda'da da anakentler için benzer modeller geliştirilmeye çalışılmaktadır . Başta gelişen ülkeler olmak üzere, metropolitan gelişime idari uyumda başvurulan yollardan biri ise önemli görevlerin doğrudan merkezi idarece üstlenilmesidir. Artan sorunların öncelikli özelliği merkez-yerel yönetim ilişkilerini yaygınlaştırmak olmuştur. Var olan yerel yönetimlerin yapısal, mali ve teknik açılardan yetersizliği merkezi idarelerin artan oranlarda katılımına yol açmıştır II - TÜRKİYE'DE BÜYÜKŞEHİR ALAN YÖNETİMİ Doğaldır ki Türkiye'de büyükşehir alanlarının tanımlanması,gelişimi, yarattığı sorunları ve çözüm arayışları genel açıklamaların dışında değildir. Ancak her ülke yapısının sosyo-ekonomik,tarihi, kültürel farklılığının idari ve toplumsal dinamiği ile etkileşimi daha ayrıntılı bir incelemeyi gerekli kılmaktadır. Bu bölümde Türkiye'de büyük şehir yönetim modeline ulaşıncaya kadar sırasıyla Türkiye'deki kentleşme ve büyükşehir alanlarının doğuşu, yerel yönetim örgütlenmesinin tarihçesi, temel nitelikleri ve gelir-harcama düzeyleri incelenerek sonuçta yeni model özetlenerek anlatılmış ve uygulamada yaşanılan bazı sorunlara değinilmiştir. A - TÜRKİYE'DE KENTLEŞME VE BÜYÜKŞEHİR ALANLARININ DOĞUŞU: a) Türkiye'de Kentleşme Oran ve Özellikleri Ülkemizin 1950'lerden bu yana içine girdiği hızlı kentleşme süreci ortadadır. Nüfusun kentlerde yaşayan oranı 1950 de % 18.7 den1960 da % 25.9 a, 1970 te %33.2 ye,1980 de ise % 45.4e yükselmiştir. Nüfusu onbin ve daha fazla yerler kent sayılarak bulunan bu oran esas alındığında, dönem itibariyle son 25 yıllık ortalama şehir nüfus artış hızının % 65 olduğu,ülkenin tarım dışı kesimlerinde çalışan nüfusunun 1955-1980 yılları arasında %23,6 dan % 44 e yükselmesinin de hızlı şehirleşmenin göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. 1995 yılında kentleşme oranının 60.9, kentleşme hızının %4.5 olduğu tahmin edilmektedir. Bu oranların 1996 yılında sırası ile %62.6 ve %4.6 olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Bir milyonu aşan nüfuslu kentlerin toplam kent nüfusu içindeki payının %44.3, Türkiye nüfusu içindeki payının ise %27.7'ye ulaşması beklenmektedir. 1995 yılı sonu itibariyle belediye sayısı 2802 olup, belediyelerde yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranının %76.4 e ulaştığı tahmin edilmektedir. Büyükşehir belediyelerinde 1995 yılı sonunda yaşayan nüfusun belediyeler toplam nüfusu içindeki oranının %43 olması beklenmektedir .“ “1950'den sonra hız kazanan şehirleşme hareketinin 1927'de başladığını” vurgulayan görüşler, “sanayi ve ekonomi alanındaki gelişimlere paralel olarak” açıklanmaktadır. Buna göre 1950'den önceki dönemde toplumsal bir aşama yapılmış fakat örnek bir ekonomi politikası sergilenmemiştir. Türk toplumu Türkiye Cumhuriyeti olarak yaşadığı dönemde, sanayi toplumu yapısı kazanma yönünde üç önemli aşama yapmıştır. 1923-1950 yıllarını kapsayan sanayi öncesi toplum yapısından sanayi toplumu yapısı kazanma dönemine geçiş ilk aşamadır. İkinci aşama 1950-1960 yıllarındaki sanayi toplumu niteliği kazanma dönemidir. Son aşama ise sanayi toplumu ve metropolitan toplum niteliğini kazanma dönemlerinin birlikte yaşandığı 1963-1964 den bu yana gelişen dönemdir . Türkiye'deki şehirleşme tam bir sanayileşmenin sonucu olmamıştır. Daha çok köyden şehire göç şeklinde gerçekleşmiş, sanayileşme ile paralellik taşımamıştır. Gerçekte şehir yapısının göç eden nüfusu çekmesinde ana etken, bu yapının sanayileşmesi değil, sermaye ile tüketim ve hizmet fonsiyonlarının buralarda yoğunlaşmasıdır. Öte yandan sanayi kesiminin gelişme türü ne olursa olsun, sanayide işbulma imkanı ya da ümidinin psikolojik olarak köyden şehire akımı hızlandırdığı bir gerçektir. Böylece Türkiye, bulunduğu toplumsal aşamada sanayi ve metropolitan şehir olgularının içiçe yaşandığı bir yer haline gelmiştir. Bu durum ise ülkemize has bir kentleşme niteliğindedir. Kentleşmemizin temel özelliklerinden biri, nüfusun artan oranlarda küçük ve orta büyüklükteki şehirlerde değil, en büyük şehirlerde yığılmasıdır. Bir başka deyişle ana kentlerdeki nüfus yığılması yerleşme yapısına, küçük yerleşim yerlerinin önemini sürekli olarak azaltan bir biçim kazandırmaktadır. Hızlı şehirleşmenin ikinci özelliği, bu durumun bölgeler arasındaki dengesizliği artırmış olmasıdır. En büyük ana kentlerimiz batıda toplanmış olduklarından, büyümenin az gelişmiş yöreler üzerindeki yayılma etkileri,doğu bölgelerinde hissedilmeyecek ölçüde azdır. Ayrıca büyükkent merkezleri, çevrelerindeki küçük yerleşim yerleri üzerinde de çok güçlü geriletici etkide bulunabilmektedir. Çünkü kentlerdeki yönetimlerden ve dış etkilerden faydalanmak amacıyla, sanayinin, sermaye, üretim ve pazarın yoğunlaştığı büyük merkezlerde toplanmakta olduğu saptanmaktadır. Büyük merkezlerde kurulan her yeni sanayi peşinde diğer yeni sanayileri sürükleyerek diğer bölgelerin sanayileşme ümidini azaltmaktadır .Gelir düzeyleri, büyüme hızları, kalkınma kapasiteleri ve hayat seviyeleri bakımından coğrafi bölgeler arasında büyük farklılıklar vardır. Üçüncü olarak şehirlerle kırsal alanlar ve şehirler içinde göze çarpan eşitsizliklerin, kentleşmenin bölgesel dengesizlik özelliğinden daha önemsiz olmadığı söylenebilir. Köyler, yalnız ortalama aile gelirinin şehirlerde olduğundan çok daha düşük bulunduğu yerler olmayıp, çoğu kamu hizmetleri yönünden de kentlere oranla düşük düzeydeki hizmetlerle yetinmek mecburiyetinde bulunan yerleşim yerleridir. Büyük kentlerde ise bu eşitsizlik merkez ile gecekondu bölgelerinde çok açık görülür . TABLO 1 Kentsel nüfusu 1 Milyon'un üzerinde olan illerimizin toplam kentsel nüfus i çindeki payı: Yıllar İller Kentsel Nüfus Ülke Kentsel Oran Toplamları Nüfus Toplamları 1960 İstanbul 1.506.040 8.859.731 % 16.9 1970 İstanbul 3.670.641 13.691.101 % 16.9 Ankara 1980 İstanbul 6.207.605 21.993.318 % 35.4 Ankara İzmir Adana 1990 İstanbul 14.389.608 33.666.967 % 42.7 Ankara İzmir Adana Bursa TABLO 2 : Kentsel Nüfusu 1 Milyon'un üzerinde olan illerimizin toplam kır+kent Nüfusunun ülke toplam nüfusu içindeki payı Yıllar İİller Toplam nüfusları Toplam Nüfus Oran 1960 İstanbul 1.882.092 27.754.820. % 6.8 1970 İstanbul 5.060.690 35.605.176 % 11.3 Ankara 1980 İstanbul 9.573.342 44.736.957. % 21.4 Ankara İzmir 1990 İstanbul 16.917.571 56.969.109 % 29.7 Ankara İzmir Adana Bursa Kaynak:Tablo 1 ve Tablo 2, SUHER, Hande: “Kentleşme ve Kentlileşme Politikaları”, Türkiye'de Kentleşme, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, Türkiye'nin Sorunları Dizisi:7 b) Kentleşme Özelliklerinin Büyükşehir Alanlarındaki Yansımaları Öte yandan nüfusun ve ekonomik faaliyetlerin ana kentlerde giderek daha çok yığılması, aynı zamanda İstanbul ve İzmir gibi kentlerin çevresinde çok sayıda küçük yerleşim yerinin türemesine yolaçmıştır. Bu yerleşim birimleri ile merkezde bulunan belediye arasında, çok karmaşık, toplumsal, ekonomik, idari ve siyasi ilişkiler vardır. Küçük yerleşmeler ne merkezdeki belediyenin sunduğu hizmetlerden kafi derecede faydalanabilir, ne de faydalanabildikleri hizmetlerin karşılığını ödemeye zorlanabilirler. Bu nedenle daha düşük nitelikli hizmetlerle yetinmeye sanki zorlanmış durumdadırlar. Çünkü ekonomik açıdan kent hizmetlerinin birden çok belediyece sunulması, merkezdeki belediye ile ekonomik ve fiziksel yönden ayrılmaz bir biçimde bağlı olan bu yerleşmelerde kaynak israfına yol açmaktadır. Ayrıca kamu hizmeti alanının saptanması ve gelir sistemleri ilişkisinin önemi dikkate alınmalıdır. Esas olarak anakentler bu niteliklerini kendi istekleri ile kazanmış değillerdir. Ülkede uygulanan ekonomik ve toplumsal politikalar, onlara bu boyutlarını kazandırmışlardır. Dengesiz bölgesel gelişme ve çok büyük kentlerin mevcudiyeti, bu tür politikalarla çok yakından ilgilidir. Çünkü bu politikalar en büyük kentlerin daha da büyümesine neden olmaktadır . Bu nedenle metropol oluşumların doğal gelişimleri yanında ülkede dengeli dağılımının sağlanabilmesi için belli merkezlerin metropol duruma getirilmesi yolunda öneriler de mevcuttur . Bazı görüşler ise metropolislik sıralamasını önemseyerek, “Türkiye gibi devletin her yönden çok etkili olduğu bir ülkede, başkentlik fonksiyonunun en büyük şehirde olmayışının birinci metropolislik görevlerinde belirli bir karmaşıklık yarattığına, İstanbul'un böylece bazı göstergeler bakımından Ankara'nın arkasında kaldığına” .dikkat çekmektedirler. İstanbul üzerine bir başka değerlendirme ise “İstanbul'un göreceli gelişmişliğine rağmen, sağlıksız bir kent yaşamının bütün çelişkilerini açıkça yansıtan en büyük merkezimiz olduğu, ancak bu büyük kentin New York, Mexico, Tokyo gibi şehirlerle kıyaslandığında,bir yoksul kapitalist kent örneği olduğu” .şeklindeki saptamadır. Bir de özellikle 1990'lı yıllarda ülkenin güneydoğu bölgesinde yaşanan siyasal ve toplumsal hareketlere göz atmak gerekmektedir. GAP Bölgesi Belediyeleri olarak tanımlanan ve 5.2 milyon insanın (1990 nüfus sayımına göre) yaşadığı bölgede, 1995 yılı itibariyle, 4110 köy, 5148 mezra olmak üzere toplam 9258 köy ve köy altı yerleşim birimi, 2 büyükşehir, 6 il, 3 alt belediye, 67 ilçe, 87 belde olmak üzere toplam 160 belediye mevcuttur. Bölgedeki nüfusun % 56.2'si kentlerde yaşamaktadır. Kentsel nüfus artış hızı Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir rakam olan 5.52'dir. 1985 yılında nüfusu yüzbinin üzerinde sadece Diyarbakır ve Gaziantep bulunmakta iken, 1990'da bu sayı Şanlıurfa, Batman ve Adıyaman ile birlikte 5'e yükselmiştir. Bu kentler bugün bölge nüfusunun %29.4'ünü, kentli nüfusunda %50.3'ünü barındırmaktadır. 20 yılda (1970-1990) nüfusu % 83 oranında artan bölgenin, 2005 yılında yaklaşık 11 milyon olarak tahmin edilen nüfusunun % 64.1'inin, kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir . Nitekim bu durum, “nüfus hareketliliği ve değişimi”ne yönelik araştırmaların sonuçlarında da görülmektedir. Buna göre, “Güneydoğu Anadolu genel nüfus artış hızı, 1980-85,1985-90 arasında 3.16 değerinde pozitif bir fark gösterirken, kentli nüfus artış hızında 10.01 pozitif bir artış göstermektedir . Tabi bu göstergelerde, “bölgeye uygulanan teşvik tedbirleri, altyapı yatırımlarımda ayrılan kaynak oranının artırılması ve GAP çerçevesinde açılan çalışma alanları ile geleceğe yönelik, yaratılacak üretim potansiyeli beklentileri” gözönüne alınmalıdır. Bu aşırı nüfus artışı yanında çok önemli bir etken de “göç” olayıdır. Terör ve yaşam tehlikesi karşısında meydana gelen bu hareket “göç” ve “kaç” hareketleri olarak tanımlanmakta ve “kaç” kavramının yaşanan olağandışı durumu, normal, klasik göç nedenlerinden ayırmak için kullanıldığı ifade edilmektedir. Resmi kayıtlara da yansıdığı kadarıyla, bölgede son yıllarda ikibine yakın köyün “göç” ettirildiği, yani “kaç” hareketi ile karşı karşıya bırakıldığı vurgulanmaktadır. Son derece sağlıksız bir biçimde gelişen bu durum, bölgedeki bazı büyük kentlerin sadece 4 yılda 2 hatta 3 katına çıkmalarına sebebiyet vermiştir. Bu durumun yarattığı son derece ağır sorunlara ilaveten, “Türkiye şartlarına uymayan 10 yılda bir sayım nedeniyle,örneğin 1990 nüfus sayımına göre 381 bin olan Diyarbakır'ın nüfusunun 1.5-2 milyona ulaşmasına karşın, 381 bine göre ayarlanmış olan bütçe hissesi ile 5-6 kat fazlası insana hizmet vermek zorunda kal-mak” belediye başkanlarını bunaltmaktadır. Sorunun, batı kentlerini ilgilendiren yanları da vardır.Çünkü kentten göç edenlerin yanısıra kırdan göç edenlerden de batıdaki kentler nasiplerini fazlasıyla almaktadır. Yapılan istatistikler, İstanbul'da yaşayan 10 milyon nüfusun 1/3'ünün yani yaklaşık 4 milyonun doğu ve güneydoğu kökenli olduğunu göstermektedir. Aynı durum Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi büyük kentler için de geçerlidir. Yani oralardaki kentsel problemlerin de ana nedenlerinden biri günümüzde yaşanan göçlerdir. O halde bölgedeki sorunları halletmeden batıdaki sorunların da üstesinden gelinemeyeceği bilinmelidir . B - YEREL YÖNETİM ÖRGÜTLENMESİNİN TARİHÇESİ İmparatorluk dönemiyle başlatılan mahalli idarelerin ve belediyeciliğin evrimine ilişkin araştırmalarda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, yerel yönetimlerin niteliklerinin karşılaştırılmasında, batıdan farklı gelişmelere sahne olunduğu be-lirtilirken Osmanlı yönetim sisteminin “kendine özgü” 'lüğüne dayanan açıklamalar yapılmaktadır. Ancak benzer sonuçlara ulaşmakla birlikte bazı yorumlara göre “aynı süreç gecikmiş bir zaman parçasında, belirgin ölçüde değişen dünya koşullarına rağmen tekrarlanmaktadır ve bu durum batı Avrupa'ya göre gecikmiş olan orta Avrupa'daki gelişmeler için de geçerlidir” .Bir diğer açıdan, “liberal yaklaşımın batı Avrupa demokrasisinin başlangıcının 12 nci yüzyıla kadar uzanan zengin bir yerel yönetim geleneğinin ürünü olduğu” savına karşı,”batı ülkelerinde yerel yönetimlerin, 12 yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve merkezileşmiş devlet gücünün oluşumuna engel olan ortaçağ kent yönetimleri radikal biçimde tasfiye edildikten sonra, 19 yüz-yılda devlet tarafından ve yukarıdan aşağıya kurulduğu, dolayısıyla batı yerel yönetimleri için tarihte bir an değil mutlaka bir zaman kesiti aranacaksa, bu kesitin 19. yüzyılla sınırlı olduğu” iddialarında da görülmektedir. Osmanlı taşra yönetiminde eyalet ve sancak düzeyindeki mülki ve askeri amirler, beylerbeyi ve sancak beylerbeyi idi. Kaza seviyesinde Mülki, adli ve beledi fonksiyonları yerine getiren memur “kadı” idi. 12. yüzyıla kadar batı Avrupa'da ve 15-16. yüzyıllara kadar, orta Avrupa'da kentlerin yönetimi mutlak yetki ile hükümdar adına işgören ve onun adına tayin edilen memurlara aitti. Örneğin”maine”, “proetor” ve “Alcade” (İspanya'da) tıpkı Osmanlı kadıları gibi, hem beledi, hem mülki, hem adli fonksiyonları olan memurlardır. Geleneksel Osmanlı taşra yönetimimin feodal Avrupa ile olan benzeşmesinin bir yönü olan “katılımcı” yaklaşımlar ise demokratik bir tutumdan çok geleneksel devletin birtakım hizmetleri görecek mali, personel, teknik yetersizliklerinden kaynaklanmıştır . Aynı gelişme tanzimat ile idarenin modernleşme hareketleri içinde geçerlidir. Tanzimat'taki yönetim reformlarını ve kanunilik prensibini anlamak için Metternich Avusturya'sına ve Avrupa'nın diğer imparatorluklarında uygulanan Metternich'çi otoriter devlet ve toplum anlayışına bakmak gerekir . Belediye idarelerinin ortaya çıkması bu modernleşme hareketinin bir parçasıdır. Belediyelerin ilk olarak Avrupa ile en çok temas edilen ticaret bölgelerinde kurulması doğaldır. Çünkü gelişen ticaret burjuvazisi ve bizzat Avrupa'lı tüccarlar, ticaretin kolaylaşması bakımından, liman kentlerinde “kentsel hizmetler” talep etmekteydiler. Böylece İstanbul Beyoğlu Altıncı Daire-i Belediye'nin doğuşu tarihi mantık çerçevesinde yerine oturmaktadır , Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorlu'ğundan 389 belediye devralmıştır. Bu sayı Lozan Anlaşması (1924) ile sınırlarımız içinde kalan belediyeleri temsil etmektedir. Buna rağmen Cumhuriyetin kendi belediyecilik anlayışını oluşturması zaman aldı. Çünkü Osmanlı belediyeleri, yasal bakımdan güçsüz, parasız, işlevleri vakıflar ve diğer endüstri öncesi kurumlarla çalışan köksüz kent yönetimleriydi. Halkın pek az kısmı belediyelerin karar organlarında temsil edildiği gibi hizmetlerden de pek azı yararlanabiliyordu. Dersaadet (İstanbul), ayrı bir belediye kanununa ve rejime tabi idi. Cumhuriyet başkenti Ankara'ya taşıyınca, Ankara'yı küçük birAvrupa kenti gibi yeniden kurmak gerekti. İşte Ankara Şehremaneti'nin 1930'a kadarki deneyimi “Cumhuriyet Belediyeciliği” nin labaratuarıdır. Ortaya çıkan sonuçlar, 1930 yılında, “1580 sayılı Belediye Kanunu” na yazıldı. 1930-1944 yılları, Belediye Kanunu dahil tüm belediye mevzuatının denenerek geliştirilip yaygınlaştırıldığı, özgün çözümlerin arandığı, cumhuriyet belediyeciliğinin kuruluş dönemidir . 3 Nisan 1930 da çıkan 1580 sayılı Belediye Kanunu; 6 Mayıs 1930 gün ve 1593 sayılı “Umumi Hıfzısıhha Kanunu”; 1 Haziran 1933 gün ve 2031 sayılı “Belediyeler Bankası Kuruluş Kanunu”; 31 Mayıs 1933 gün ve 2256 sayılı “Akturuva Vergisi'nin Kaldırılarak Gümrük Resimlerine % 10 Eklenmesine İlişkin Kanun”; 21 Haziran 1933 gün ve 2290 sayılı ”Belediyeler Yapı ve Yollar Kanunu”; 9 Haziran 1934 gün ve 2497sayılı “Belediyeler İstimlak Kanunu”; 7 Haziran 1935 gün ve 2763 sayılı “Belediyeler İmar Heyeti Kuruluş Kanunu” 1930'ların belediyeciliğinin çerçevesini belirledi. Daha sonraki yıllarda yapılan tüm değişikliklere rağmen Türkiye'de bugünkü belediyecilik uygulamasına hala o yıllarda kurulan çerçeve yön vermektedir denebilir. 1930-1944 yılları arası, tek parti rejiminin idoolojisi ile devlet-siyaset anlayışının belediye yasalarına yansımasına neden olmuştur . 1945-1960 döneminde ise a) Belediye yönetiminin demokratikleştirilmesi yolundaki değişiklikler, b) Belediye gelirlerinde yapılan düzenlemeler, c) Konut sorununun çözümüne ve imar planlama düzeninin yeniden kurulmasına ilişkin yeni yasalar, d) Yeni trafik düzeninin oluşmasına ilişkin düzenlemeler dışında önemli bir değişiklik olmamış ve mevcut yapı korunmuştur . 1960 sonrası dönemde ise iki önemli gelişmeden sözedilebilir. Birincisi 1960 ihtilalinin getirdiği siyasal değişiklik, ikincisi ise Türkiye'nin kapitalistleşme sürecinde ulaştığı düzeyin şehirleşme düzeyine getirdiği yeni özelliklerdir. 1961 Anayasası, mahalli idarelerin özerk ve güçlü kurulmalarına olanak sağlayacak bir çerçeve koymuştur .Bu çerçevede yeni yasa çıkarılmasından çok mevcut yasalarda değişiklik yapılması eğilimi hakim olmuştur. Bu dönemin niteliklerini kısaca özetlemek gerekirse, belediyelerin göreli olarak mali güç kaybettikleri ve belirli bir dünya görüşünün yansıması niteliğinde bir proğram uygulamadıkları görülür. Sol partiler kurulması ve geleneksel partilerin sol proğramlar benimsemesine de dayandırılan bu gelişmenin, “Genel yönetimde, 1960'larda gelinen noktaya yerel yönetimde 10 yıllık bir gecikme ile 1973'lerde gelindiği” ifade edilmektedir. 1973 sonrası belediyecilik ve belediye olayının en önemli özelliği ise siyasal bir içerik kazanmış olmasıdır. Yerel yönetim hareketinin siyasal planda önemli bir yer tutması ve halkın yerel yönetimleri artık bir siyasal yapı ve işlevler bütünü olarak görmeye başlaması yanında, yerel yöneticilerin bireysel niteliklerinin ön plana geçtiği bir başka dönem ve uygulama yaşanmıştır. ”Demokratik yerel yönetim hareketi” olarak tanımlanan bu dönemde ilkeler tanımlanmaya, özerklik, üreticilik, tüketimin düzenlenmesinde etkililik ve birlikçi ve bütünlükçü bir belediyecilik yapılmaya çalışılmıştır. 12 Eylül 1980'le birlikte ise yerel yönetimlerle ilgili olarak getirilen değişiklikler, sadece kent yönetimine, kent yaşamına değil, yeni içerikler kazanmakta olan bir demokrasi anlayışına ve demokrasinin değişme doğrultusuna da getirilmiştir. Dönem, belediyenin bürokratik, hiyerarşik bir yapı olarak yeniden tanımlanarak, denetimci-engelleyici bir anlayış geliştirilmesi yanında belediyelerin bir işletme birimi olarak rasyonelleştirilmesi çabalarının da yoğunluk kazandığı bir dönem olmuştur . Türkiye'de büyükşehir alanlarında özel yönetim biçimleri meydana getirilmesi doğrultusunda önemli adımları içeren ilk teşebbüs, büyükşehirlerdeki küçük mahalli idarelerin tüzel kişiliklerinin kaldırılması olmuştur. Bunun yanı sıra, bu yerleşim yerleri, yakınında bulundukları büyük belediyelerle birleştirilmişlerdir. Bu düzenleme, Milli Güvenlik Konseyinin 34 numaralı kararı ile ve küçük mahalli idare birimlerinin sayısının azaltılması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu kararın uygulanması sonucunda, Türkiye'de belediyelerin sayısı 1980 yılında 1700'den, 1981 yılında 1580'e düşmüştür. Uygulamadaki farklılıkları ortadan kaldırmak amacıyla 1981 yılının aralık ayında çıkarılan 2561 sayılı Birleştirme Kanunu, mahalli kamu hizmetlerinin daha etkili bir biçimde görülmesini amaçlamaktaydı. Büyükşehir alanlarının belirlenmesinde kullanılan nüfus unsurunun dışında, bağlamada dikkate alınması gereken etmenler, a)Bağlanacak yerleşmenin anaşehire uzaklığı, b)Merkezdeki belediyenin hizmetlerinin bu yerlere getirilebilme kolaylığı, c)Küçükyerleşim yerlerini büyük belediye ile fiziki anlamda birleştirebilme imkanı idi. Türkiye tarihinde ilk kez, 1982 Anayasası 127. maddesinde, “Büyük yerleşim yerleri için özel yönetim biçimleri getirilebilir” hükmünü koymuştur. Daha önce bu yönetimlerin oluşturulmasına, yürürlükteki anayasalar engel bulunuyordu. Ocak 1984 tarihli 2972 sayılı Yerel Seçimlerle İlgili Kanun, merkezdeki belediyenin sınırları içinde birden çok ilçe bulunan illerde, birer anaşehir meclisi ve ilçelerde de ilçe belediye meclisi oluşturulmasını öngörmüştür. 1984 yılında bu şartlara sahip üç şehir bulunmakta idi. Bunlar 14 ilçeli İstanbul, 5 ilçeli Ankara ve 3 ilçeli İzmir idi. Mart 1984'de 195 sayılı kanun hükmünde kararnameyi takiben Temmuz 1984'de Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimine İlişkin 3030 sayılı kanun ve aralık 1984'de de kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelik çıkarılmıştır . 1995 yılı itibariyle,2716 belediye vardır. Bu belediyelerin 1774'ü belde belediyesi, 15'i büyükşehir, 54'ü büyükşehir ilçesi, 21'i alt kademe, 61'i il ve 788'i ise ilçe belediyesidir. Belediye nüfusunun % 75'i kent belediyesi diye tanımlanan 20 bin nüfusun üzerindeki belediyelerde yaşarken, % 42'si de büyükşehir belediyelerinde yaşamaktadır . C - YEREL YÖNETİM YAPISININ TEMEL NİTELİKLERİ Ülkemizde yerel yönetim reform çalışmaları sürekli gündemde olmuştur. Özellikle büyükşehir belediyelerinin sorunları üzerinde, zaman zaman bilimsel, idari ve teknik nitelikte toplantılar yapılmış, çeşitli öneriler ileri sürülmüştür. Kalkınma planlarında mahalli idarelerin geliştirilmesine hep önem verildiği belirtilmiş, ancak şikayetlerin giderek arttığı görülmüştür. Bunlar öyle şikayetlerdir ki, belediyeyi yöneten kişiler de, siyasi iktidarlar da, halk da aynı şeyi söyler olmuş, mesuliyet anonimleştikçe çözüm de uzaklaşmıştır .Son derece girift bir konu olan bu hususun, ülkenin genel durum ve yapısına bağlı olarak, “ülke demokrasisinden ayrı bir yerel yönetim demokrasisi düşünülemeyeceği” yolundaki genellemeci açıklamalar yanında, suçlu göstererek değerlendirmelerde bulunulan boyutları da görülmektedir. Bu görüşler öncelikle ülkemiz yerel yönetim geleneğinde vesayet olgusuna dikkat çekmektedir. a ) İdari Vesayet Yukarıda değinilen görüşlere göre, “yerel yönetimlerle ilgili olarak, iyiniyetle yapılan bunca araştırma ve çalışmanın yaşama geçirilememesinin nedenini, yerel yönetim ilkesini bulandıran soluk ışığı yayan odaklarda aramak gerekir. Kısaca yerel yönetim reformunun yapılmasını istemeyen gruplardan biri siyasal partiler, diğeri merkez bürokrasisidir. Bir milletvekili, bir il başkanı, kendi partisinden de olsa bir belediye başkanının kendisine bağımlı, rica eder bir belediye başkanı olmasını arzulamakta ve ayrıca müstakbel rakip olarak görmektedir. Bürokratların yetki devrinden kaçınmaları ise kolaylıkla anlaşılabilir “ )Bu konudaki örneklerden birini, yerel yönetimlerle ilgili ulusarası bir konferansın konuşmacısı olan yetkili şöyle değerlendirmektedir: ”Bu tür toplantılarda birinci gün yoğun bir katılım olmakta, ülkenin en üst düzey yöneticileri görüşlerini ifade etmekte, müteakip günlerde tartışma ortamı oluştuğu zaman, büyükler beyanlarını kafi görerek ayrılmakta ve tartışmalara iltifat edilmemektedir” . Bu hareket noktalarıyla kızgınlığa ulaşan bazı ifadelerde ise,”ülkemizde tek parti döneminden demokrasiye geçiş tarihi olarak kabul edilen ve fiilen çok partili siyasal hayatın başladığı 1950 yılının (demokrasiye geçişle başlayan anti-demokratikleşme sürecini) içerdiği; Önce memleket hastanelerinin merkezi idareye bağlanmasıyla (1953) başlayan sürecin, ilkokulların bağlanması, çarşı ve mahalle bekçilerinin İl Özel İdaresinden Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesine alınması, yerel yönetimler personelinin diğer devlet memurlarıyla aynı statüye bağlanması ve benzeri uygulamalar ile devam ettiği” .Sonucuna varıldığı görülmektedir. Bütün bu anlatımlarda ifade bulan “yetki” sorunu, konuyu ”vesayet” noktasına ulaştırmaktadır. ”İdari ve mali vesayet” konusu yerel yönetimlerle ilgili açıklanan hemen her konuda bir parça yer bulmaktadır. Bugün niteliği değişmiş olmakla birlikte “idari vesayet” konusunda doğrudan müdahalede bir gerileme kaydedildiği söylenebilir. Özellikle atamalarda gündeme gelen ve denetim hakkı ile de pekiştirilen vesayetin, “bazı hallerde denetim yetkisini birbirleriyle haberleşmeksizin veya birbirlerine bilgi vermeksizin bakanlıklarca kullanıldığı” belirtilerek, denetimde koordinasyon eksikliğinin, denetim sonuçlarının işlemesini zorlaştırdığı, aynı konuda değişik makamların birden fazla denetimde bulunmalarına yol açtığı ve böylece hizmet yönünden aksatıcı bir rol oynadığı vurgulanmaktadır . Türkiye pratiğinde kararlar, eylem ve işlemler, organlar ve personel üzerinde uygulanan vesayet denetimi, kısaca seçimlik yerel yönetim organlarının atanmış merkez organlarca denetlenmeleri durumudur. Türkiye'de vesayet denetimini düzenleyen uygulamanın üç aşama içerdiği, bu aşamaların doruğunu somutlaştıran ana belge ve olguların sırasıyla, 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediyeler Kanunu,1947 yılında toplanan Birinci İdareciler Kongresi ve 1949 tarih ve5442 sayılı iller idaresi kanunu . olduğu belirtilmektedir. Buna göre 1580 sayılı yasanın gerekçesinde: “Vesayet denetiminin en önemli aracı mali denetimdir. Böylece bir yandan yerel yönetim güçsüz ve küçük birimlere dayandırılırken,diğer yandan bunların merkeze tam bağımlılıklarını sabit tutmaktadır. Belediyeler siyasetle değil belde işleriyle uğraşmalıdırlar. Denetimin etkili olabilmesi için seçilmiş kişilerce değil atanmış memurlarca yapılmalıdır. Ayrıca egemenlik hükümetindir. Yargı organlarıyla veya seçilmiş yerel yönetimlerle paylaşılamaz. Seçimlik oldukları için ulus çıkarına ters düşebilirler, oysa atanmışlar sürekli bekçilerdir. Ulusal çıkarlar, siyasal süreçler içinde değil, hükümetin taraf ve hakem olarak yeraldığı yönetsel süreçleri içinde belirlenir” Yaklaşımlarının bulunduğu,1947-1949 dönemini vesayet denetimine kattığı boyutta ise : “Seçimlik yerel yönetimlerin olumsuz eylemlerini frenlemede en etkili organ Mülki İdare Amirliği sistemidir.Siyasal iktidarlar, mülki amirlik sistemine karışmamalı, yönetime siyasal etki yapmamalıdır. Yönetimin siyasal yapıdan göreli özerkliği saklı tutulurken, belediyelerin özerkliğinin demokrasi gereği olduğu bilinmekle beraber, belediyelerin özerkliğin gereğini yapamayacak kadar güçsüz oldukları unutulmamalıdır” . Yaklaşımlarının egemen olduğu ifade edilmektedir. Bu görüşler bugünkü vesayet denetiminin de esasını oluşturur. b ) Özerklik Yönetimler arası ilişkilerde dikkati çeken en önemli hususlardan biri, merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki görev ve yetki bölüşümünün, her ülkenin kendi koşullarına, yönetim kültürüne,tarihsel gelişim süreçlerine göre değişmekle birlikte; Bu konuda üniter/tekçi bir devlet yapısını benimseyen toplumlarla,ademi merkeziyetçi ya da kent devleti geleneğinden gelen toplumlar arasında ayırdedici farklar olduğudur. Özellikle Fransa, İtalya ve İspanya gibi merkeziyetçi yönetim geleneği bulunan ülkeler ile ABD ve Almanya gibi federalist yapı gösteren ülkelerde olduğu gibi . İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi ülkeler demokrasiye dönüşlerinde ilk adımı yerel yönetimlerini özerk kılarak gerçekleştirmeye başlamışlardır. 1975'den itibaren İspanya ve Portekiz bu yola girmişlerdir. Albaylar cuntasından kurtulan Yunanistan'da da 1970'lerin sonunda aynı yol izlenmiştir . Demokrasinin sık askeri darbelerle kesildiği bütün ülkelerde, yerel yönetimlere sıcak bakılmadığı ve merkezin güçlendirilmesinin ön planda tutulduğu bilinen bir gerçektir. Müdahalelerde genellikle belediyelerin politikadan arındırılması çalışmaları yapılır. Ama, üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyi ve OECD gibi kuruluşlarla, üye olmak üzere başvuruda bulunduğumuz Avrupa Topluluğu'nun bu alandaki normları göz önünde bulundurulursa, belediyeleri siyaset dışına itmenin işin doğasına aykırı olduğu hemen anlaşılır. Özerklik hakkı yerel yönetimlerce, yalnız yerel nitelikteki hizmetlerin daha iyi görülmesine yardımcı olmak amacıyla değil, fakat ondan daha da önemli olarak, yerel toplulukların kendi kendilerini yönetme yeteneğini geliştirmek, katılımcı ve demokratik bir yaşam biçimini kurmak, korumak ve zenginleştirmek için kullanılır. Ama, bu konudaki asıl güvence, halkta yerel yönetime sahip çıkmakta halkın göstereceği duyarlılıkta saklı bulunmaktadır. Avrupa Topluluğuna yalnız tüzel anlamda değil, fakat gerçekte de saygı duyulan bir üye devlet durumuna gelmek istiyorsak, yerel özerklik ilkesini yerel yönetimlerimizde egemen kılmak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Bu ise yerel özerklik kavramını, hem siyasal boyutları, hem de ekonomik içeriği açısından benimsemekle olur . Türkiye daha çok merkeziyetçi gruba girmekle birlikte, görevlerin merkez ve yerinden yönetim şeklindeki ayırımına, Büyükşehir Belediyeleri ve merkezi yönetimin bölge kuruluşları ile üçüncü bir kademenin eklendiğinden sözetmek mümkün olabilir . Ülkemizde belediyelerin “yarı özerk ve merkezi yönetimin uzantısı olarak yerel halka merkezi yönetimin izin verdiği ölçüde hizmet veren kuruluşlar olduğu, bu yargının yapılan araştırmalarda doğrulanması yanında yerel yönetimlerin de kendilerine güvenmedikleri ve kendi güçlerine inanmadıkları “ ifade edilmektedir. Buna göre : “Belediye başkanlarımızın genel olarak yerel demokrasinin temel özellikleri ve uygulaması konusunda duyarlı olmadıkları ve merkezi yönetimin yoğun denetimini olağan karşıladıkları ve gelirlerini artırmak dışında fazla bir şey istemedikleri görülmektedir. Özellikle küçük belediyeler personel ve gelir yetersizliğinin de etkisiyle, bazı yetkilerini merkezi yönetime devrederek sorunlarını hafifletmeye çalışmaktadırlar.” Yine ilgi çekici bazı görüşlerde ise “kamuoyunun adem-i merkeziyet yaklaşımı ve demokrasi-yerel yönetim ilişkisi” nde klasik söylemlerin dışında ögelere rastlanmaktadır. Bu görüşler,”Türkiye'de kamuoyunun, halk kitlelerinin devamlı olarak ilçe ve il kurma peşinde koştuklarına” dikkat çekerek, bu yaklaşımın merkezi yönetimi istemek olduğuna, il ve ilçenin merkezi yönetimin taşra örgütü olduğunu vurgulamakla birlikte, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusunda batıdaki örnekler sergilenirken, demokratikleşme ile yakın ilgisinden söz edildiğini, oysa ki ancak 1789'dan bu yana demokrasinin örneği ve beşiği olan Fransa'da,”1981 yılına kadar koyu bir merkeziyetçiliğin uygulandığını, 1975 yılına kadar Paris'te belediye başkanı olmadığını” hatırlatmaktadır . 1580 sayılı kanunla ilgili tartışmalarda ise, “Kanunun 1884 tarihli Fransız Belediye Kanunundan alındığı ve belediyeleri güçlü bir özerklikle donattığı” kabul edilmesine karşın,”bu özerkliğin, gerçek bir mahalli demokrasiyle beslenmediği ve henüz mahalli halkın sahip çıkmadığı bir özerklik olduğu” . yolundaki görüşler, bir yönüyle ”65 yıllık geçmişi olan bu yasanın yaklaşık 55 değişikliğe rağmen yapısını koruduğu” görüşleriyle de desteklenmektedir. Ancak yasa konusunda genel ittifak sağlanan husus, gerçekten iyi bir yasa olduğu ancak bunca yıldan sonra mantığında bir değişimle yeniden düzenlenmesinin mecburiyet halini aldığı şeklindedir. Yasa değişim çalışmaları ise sürekli gündemi işgal etmektedir. c ) Açıklık ve Katılım Yönetim anlayışının bazı vazgeçilmez temel ilkelere oturtulması gerekmektedir. Bu prensiplerden bir tanesi, açıklık, saydamlık ve katılım olarak nitelenen, planlama ve karar alma süreçlerinin bunların sonuçlarından etkilenecek insanlara açık olması ilkesidir. Açıklık ve katılım, kararlardan etkilenecek kişilere yönetimin elindeki belge ve bilgiye ulaşabilme hakkının yanında, karar alma süreçlerinde, görüşlerini belirtme, soru sorma, verileri tarama, yönetimi etkileyebilme gibi olanakların sağlanması anlamına gelmektedir. Kısacası birey planlama ve karar alma süreçlerinde bizzat yeralmaktadır . Esasen bu geniş bir tanımdır. Çünkü bazı yazarlara göre, “Katılma, bir ankete cevap vermekten bir işi başından sonuna üstlenmeye uzanan bir çeşitliliği kapsar. Tutucu politik partiler, yurttaşların kentin biçimlenmesine katılmalarını, (demokrasinin oksijeni) olarak niteleseler de, onlar için oyunun kurallarını bozmamak, yetkileri paylaşmamak ve sonuçta katılım ilkesini bir (danışma) mekanizması olmakla sınırlamak önce gelmektedir” . İnsanı öne alan bu yaklaşımlara “desantralizasyon” açısından da rastlamak mümkündür.Desantralizasyon bir yönüyle de demokrasinin yani siyasal yapılanmanın ekonomik yapı yani piyasa mekanizması ile uyumlaştırılabilmesinin gereğinden ortaya çıkmaktadır. Eğer mahalli sosyal mallar, mahalli idarelerce sağlanırsa ve eğer bu hizmetlerin miktarı ve kalitesi bölgeden bölgeye değişiyorsa, dolayısıyla farklı idarelerin, farklı hizmet düzeyi kalıbı ve farklı vergileme düzeyi olması ihtimali vardır. Bu durumun etkinlik avantajı sonucu, kendi bölgesindeki hizmetler ve paketinden memnun olmayan bir vatandaş, başka bir bölgeninkini daha cazip olarak değerlendirebilir ve kendi tercihlerine daha yakın bir bölgeye göç edebilir. Bu sürece,”Tibeaut Modeli” veya “ayaklarla oy verme” denilmektedir . Doğrudan katılımla kıyaslandığında görece daha az bir etkiye sahip olmakla birlikte, rekabetçi yaklaşıma dayanan bu görüşün önemli bir tavır olduğu kabul edilmelidir. Ancak aynı yurttaşın yerinde kalarak mücadelesi daha zorlayıcı bir unsurdur. Kendilerine konutu, ulaşımı, sağlığı, eğitimi, tüketimi, kültürel hayatı konu alan kentsel hareketlerin, bu alanlarda “karşı iktidarlar” oluşturarak, kentlilerin dışında belirlenen kentsel politikalar karşısında katılım ilkesinden hareketle demokratikleşmeyi savunabilecekleri ileri sürülmektedir . Ancak gerek bu hareketleri gerçekleştirecek sivil toplum örgütlerinin kuruluşu, gerek kendi iç eğitim ve örgütlenme sorunlarının çözümlenişi, gerekse merkezi ve yerel idareler tarafından bu yapılanmaların dikkate alınması çerçevesinde katedilecek çok yol olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu konuda düzenlenen bir toplantıda, birçok kavram ve yöntem kargaşasının olduğu, belediye başkanları, üniversite temsilcileri, bürokratlar gibi kesimlerin görüşlerinden çıkarılmaktadır. Bahse konu toplantıda bazı ilgililerin, Fransa'daki yerel Sayıştay ve memur kadrolarının nüfusa göre en yüksek sınırının belirlenmesinden, ABD'de yerel idarelerin meclis toplantılarına vatandaşların katılımına ve İsviçre'de imar planlarının uygulanmasında referanduma başvurulmasına kadar birçok örnek sergilenmesine karşın, uygulamanın içinde bulunan belediye başkanlarınca , bu duruma mali yetersizlik, merkezi idarenin güç devrine olumlu bakmaması gibi gerekçelerle yeterli ilginin gösterilmediği belirlenmiştir. Benzer şekilde “sivil toplum örgütlerinin desteklenmesi ve aktif duruma getirilmeleri” konusunda ise, bazı uygulamacıların bu kez,”bilinçli sivil toplum örgütü ve bilinçsiz, kalifiye ekip ve bilgi birikimi olmayan örgüt” ayırımı getirdikleri görülmüştür. Oysa “örgütlü kesim demokrasinin temel taşıdır ve onlara güvenmek ve muhatap almak, gelişmeleri için atılabilecek önemli bir adım durumundadır” . Öte yandan bazı yazarlar katılımdan hareketle, kentin sadece kentlilerin olması gereğini belki biraz da abartmalı vurgulayarak, ”Kentlilerin, kentlerinin yönetimi için, kendilerini “temsil ettirmek” le yetinmemelerini, kenti konu alan “bilim ve teknik” karşısında teslim olmamalarını “savunurken, insanların kentleri üzerine karar verme yetkisini ne merkezi iktidara, ne ”giderek onun bir uzantısı haline gelen yerel yönetimlere”, ne de kent konusunda “evrensel bir bilimselliğin” taşıyıcısı olduğunu iddia eden uzmanlara bırakmalarını, ”asıl inisiyatifin kentlilerin yüzlerce konuda oluşturacakları örgütlere geçmeden, en iyi proğramlarla seçilmiş yerel yönetimlerin bile bürokratik uygulamaya gireceğini” ifade etmektedirler d ) Yetki ve Yapılanma İlgililerce değinilen bir başka husus ise Belediye Meclislerinin yetki ve yapılanma sorunudur. Bu görüşlere göre: ”Belediye Meclislerinin yetkileri yetersizdir. Kamu çalışanları dahil tüm toplum kesimleri temsil edilmemektedir. Güçlü belediye başkanı, zayıf meclis modeli yerine, güçlü meclis, meclise karşı sorumlu olan belediye başkanı modelinin tartışılması gerekmektedir” Bu savı destekler bir başka öneri ise yine bazı Avrupa ülkelerinde olduğu üzere meclisin doğrudan seçimle oluşmasıyla, belediye başkanını kendi içinden bir ya da iki yıllık süre için seçmesidir. Bu uygulama ile seçim dönemi dışında da halkın beğenmediği belediye başkanını “geri çağırma” imkanı doğmaktadır . “Yerel düzeyde siyaset demokratikleşmekte midir?” sorusuna yanıt arayan bazı çalışmaların, “Kentler söz konusu olunca,erk yapısının birincil ögelerinin, esnaf ve tüccar kategorisi ile serbest meslek mensupları olduğu” nu vurgulayarak, esnaf ve tüccar kesiminin hem birincil, hem de başat erk ögesi olmasının nedeninin, “yerel siyasetin ve yerel siyasal kurumların işlevlerinin bu kesimin ekonomik çıkarlarıyla doğrudan ve çok yakından ilgili bulunmasıyla” açıklandığını görmekteyiz. Bu tesbitlere göre: “Ekonomik seçkinlerden, pazarları ve iş ilişkileri öncelikle bulundukları yöre ile sınırlı olanlar, yerel siyasette karar alma konumlarında görece daha çok yer almaktadır. Çünkü çıkarlarının, iş yaşamlarının yerel kararlardan görece daha çok etkilenmesi sözkonusudur. Sanayileşme, ticari ilişkilerin nitelik ve nicelik değiştirmesine ve bunların yarattığı yeni olanaklara göre, işlerini yeniden düzenleyebilen ve iş alanları, pazarları ve iş bağlantıları ulusal veya uluslararası duruma gelenlerin ise, görece yerel karar alma kurumlarından öncelikle çekilenler olduğu görülmektedir. Elbette bu türden ekonomik seçkinlerin, gerektiğinde daha dolaylı yollardan da olsa,yerel kararları etkileyemeyecekleri söylenemez” . Sözkonusu gelişme “birikim” yakalaşımıyla da irdelenmektedir: ”1980'li yıllara gelindiğinde tarım, sınai birikime dönüştürülecek birikim kaynağı olmaktan çıkmıştır. Birikimin odak noktaları artık tümüyle kentlerdir. Belediyelerin üzerinde yükseldiği toplumsal zemindeki bu değişimin sonucunda, 1984 yılında kent belediyelerinde esnaf % 32, sanayici tüccar % 18, serbest meslek %32, ücretliler % 16 oranında yer tutmaktadır. Serbest mesleklerde taşranın geleneksel yüksek statülü eczacılık, doktorluk ve avukatlık türleri toplam meclis üyeleri içinde yalnızca % 8'lik bir yere sahipken, kentsel büyüme ile doğrudan ilişkili mühendis,müşavir, müteahhit, emlakçı türleri % 22 gibi bir pay almaktadır. Rakamların yansıtamadığı başka bir boyut daha vardır. Batının gelişmiş kapitalist ülkelerinde sanayileşme süreci, küçük üreticiliği tasfiye ederek bunları köylülükle birlikte ücretlilere dönüştürerek ilerlemiştir. Oysa az gelişmişlik koşullarında, kapitalizmin küçük üreticiliği tasfiye edemediği görülmektedir. Ancak bu tür küçük üreticiliğin ekonomik varlığı doğrudan büyük sanayi-ticaretin güdümündedir. Bu değişme, yerel meclislerin ele geçecek kaynakları tümüyle sermaye birikimi lehine kullanılacağının güvencesi olmuştur” . Ancak yerel erk yapısının, toplumsal-ekonomik gelişme, kentleşme ve sanayileşme ile ulusal düzeyde rekabetçi sistemin gelişmesine koşut olarak “görece daha demokratik bir biçim kazandığı” belirtilmesine karşın, “toplumsal sınıflar ile siyaset arasındaki ilişkilerin hiç de sanıldığı kadar açık biçimde görülemediği” uyarısının yapılması ihmal edilmemiştir. Öte yandan “devlet işlevlerinin olabildiğince arttığı günümüzde, nelerin sivil toplum etkinlikleri ve kurumları sayılacaklarını saptamak görece zordur” Üstelik çalışmanın sonraki bölümlerinde, kentsel hizmetlerden ”denetim” fonksiyonu anlatılırken de değinileceği üzere, mevcut görünümle, ”Belediye kurumunun büyük ölçüde denetlemekle yükümlü olduğu hizmetleri üreten kesimlerin yerel yönetim meclislerinde egemenliği” ortaya çıkmaktadır. Demokrasinin beşiği kabul edilen İngiltere ve Fransa'da da gelişimin aynı yönde olduğu gözönüne alındığında, “temsili demokrasinin tıkandığı ve katılımcı demokrasi ile tamamlanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır . D.GELİR VE HARCAMALAR a ) Genel Olarak Yerel Yönetim Gelir ve Harcamaları Türkiye'de yerel yönetimler, 1925-1990 arasında gayri safi milli hasılanın, belediyeler % 1.5, özel idareler % 1.2 olmak üzere toplam % 2.7'si büyüklüğünde bir kaynağa sahip olmuşlardır. Genel bütçe gelirlerine oranla bakılırsa, belediyeler % 9.3, özel idareler % 7.4 olmak üzere yerel yönetim gelirlerinin toplamı genel bütçe gelirlerinin % 16.7'si büyüklüğünde gerçekleşmiştir. Belediyeler ile özel idareler arasındaki bu paylaşım, zaman ilerledikçe özel idareler aleyhine dönüşmüştür .Ancak bu oranlar konu hakkında çok genel bir bilgi verebilmektedir. Çünkü geçen 65 yıllık süre içinde yerel yönetimlerin gelir hacmi önemli dalgalanmalar yaşamıştır. Yerel yönetimler tarafından yapılan harcamalar ise, ilgisini asıl olarak “gelirler”e çevirmiş olan maliye disiplininde pek ilgi görmemiştir. Yerel yönetim yazınında ise konuya yaklaşım, yerel yönetim toplam devlet harcamaları oranlaması ve harcamalarda personel giderlerinin payının saptanması ile sınırlı kalmıştır. Oysa devlet kuruluşlarının harcamaları siyaset felsefesi kavramları ile ”devlet-toplum” ilişkisine, marksist kavramlar ile “devlet-sınıf” ilişkilerine, yeni sağ ideolojinin kavramları ile de “devlet-pazar” ilişkilerine açıklık getirmek için kullanılabilecek elverişli ampirik verilerdir. Rakamlar amaca göre çeşitli açılardan yorumlanabilir .Ancak bu eksiklik genel olarak “bilgi birikiminin yetersizliği” ile açıklanabilir. Bu yetersizliği giderme anlamında hemen öne sürülmesi gereken ilk unsur, özellikle mahalli idareler maliyesi konusunda, partilerin, büyükşehir belediyeleri ve devletin, araştırma üniteleri, think-thank'lar kurma gereğidir . b ) Yerel Yönetim Gelirlerinin Gösterge Değeri Olarak Değerlendirilmesi Merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında, hem kamu hizmetleriyle görevlerinin, hem de gelir kaynaklarının dengeli ve adaletli bir biçimde bölüştürülmesini ifade eden “mali denkleştirme” yerel yönetimler için önem taşıyan bir unsurdur. Bu çerçevede ülkemiz yerel yönetim gelirlerinin başlıca beş ana gruptan oluştuğu söylenebilir: 1)Devlet gelirlerinden paylar, 2)Öz gelirler (Vergiler,harçlar, harcamalara katılma payları), 3)Devlet yardımları, 4)Olağanüstü gelirler (borçlanma), 5)Para cezaları, ücret, kira v.b. gelirler . Anakent belediyeleri, diğer belediyelerden oldukça farklı bir gelir yapısına sahiptirler. Genel bütçe vergi gelirleri tahsilat toplamından anakent ilçe belediyelerine düşen paydan Bakanlar Kurulu'nca belirlenen miktar, anakent belediyesinin en önemli gelir kaynağıdır. İkinci kalem, anakent belediyesi sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi tahsilatının % 5'inden oluşmaktadır . Ülkemiz yerel gelirlerinin yetersizliği çok genel bir saptama olmakla birlikte, bu durumu zorunluluğa dayandıran görüşler yanında bilinçli tercihler olarak ifade eden düşünceler de bulunmaktadır. Buna göre,”Türkiye gibi kaynakları sınırlı bir ülkede, kaynakların” dağıtımındaki yetkinin taşra politikacılarıyla paylaşılması anlamına gelen”, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi düşüncesi, ”merkezdeki karar verme mekanizmalarını elinde tutan politikacılara hep ters gelmiştir” . Öte yandan, genel bir tesbit niteliği taşımakla birlikte, ”Güçsüz-Bağımlı Yerel Yönetimler:Türkiye Örneği” kabulüne karşın, mali yönden merkez bağımlılığının fazlaca bir önem taşımadığına ilişkin görüşler de bulunmaktadır. Yapılan bu araştırmalara göre, birçok ülkede yerel yönetimlerin, sürekli büyüyen oranlarda, merkezin kaynak aktarımlarına bağlılığının arttığı, ancak yerel gelirler açısından, “bağımlılık-bağımsızlık sistemleri” biçiminde geleneksel olarak yapılan ayırımın, hemen hiçbir pratik anlamı kalmadığı,” egemen olan uygulamanın yerel yönetimlerin bağımsız kaynakları yanında, sürekli artan oranlarda bağımlı kaynaklardan da yararlanıldığı” şeklinde yorumlar da bulunmaktadır. Çalışmanın kapsam ve amacı gözönüne alındığında, yasalarla belirlenen mali oran ve tabloların detaylı verilmesine ve karşılaştırma yapılmasına gerek olmadığı, ancak son düzenlemelerle belediyelerimizin mali imkanlarının büyük ölçüde genişletildiğinin vurgulanmasında yarar bulunduğu görüşüne varılmıştır. Bu hususta 26.5.1981 tarih ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu büyük önem taşımakta, devlet gelirlerinden yerel idarelere bırakılan oranlar yanında emlak ve çevre temizlik vergileri gibi düzenlemelerin yapılması da önem arzetmektedir. 33 yıl uygulanmış olan yasayı yürürlükten kaldırarak belediyelerin gelirleri açısından daha düzenli bir sistem getiren 2464 sayılı yasa, belediyelerin öz gelirlerini artırmayı amaçlamış ve bir kısmı daha önce harç ya da resim olarak alınan gelir kaynaklarını, yerel vergi olarak düzenlemiştir.(İlan ve reklam vergisi, eğlence vergisi gibi) Ayrıca önemli bir yenilikle yasada yeralanlar dışında, talep üzerine yerine getirilecek hizmetler için tarifeyle ücret alma yetkisi getirilmiştir. Bu arada “Belediyeler Fonu”ndan yararlanma esaslarını belirleme yetkisi Bayındırlık ve İskan Bakanlığına, ”Mahalli İdareler Fonu”ndan yararlanma yetkisi İçişleri Bakanlığına verilmiş olduğundan, merkezin mali vesayeti hususunu gündeme getirmektedir . Yasa gereği bu gelirlerin, büyükşehir belediyesi ile bağlı ilçe belediyeleri arasındaki dengesizliklere işaret eden görüşler yanında ”nüfus kriteri” de tartışmalara konu yapılabilmektedir. Bu kriterin,”bir bölgeden sağlanan gelir kriteri” ile birleştirilerek uygulanabileceği, “nüfus ve gelir” ölçütlerinin beraber değerlendirilmesi gerektiği de önerilmektedir . Öte yandan gerek gelir takibinde düzenlilik gerekse denetim işlevi bakımından yerel idarelerde bilgisayar sistemine geçişin olumlu etkilerine işaret etmekle birlikte, özellikle belediye muhasebesinin bir ihtisas muhasebesi olması ve bilgisayar kayıtlarının herhangi bir mevzuata dayanarak yapılmaması nedeniyle bir birliktelik sağlanamadığı belirtilmektedir. Bu konuyu içeren yeni tüzük ve yönetmelik hazırlanmakla belediye muhasebe işlemlerinde birlikteliği sağlamak, denetleme işlemlerini kolaylaştırmak ve suistimalleri önlemek mümkün olacaktır . Son bir saptama olarak yerel yönetim harcamaları bakımından Avrupa'ya bakıldığında, yerel yönetimlere verilen önemin bir göstergesi olarak kamu harcamaları içindeki nisbi yeri araştırıldığında, bazı Avrupa ülkelerinde bu oranın %40'a kadar çıktığı görülmektedir. Danimarka ve Norveç bu ülkelerin başında gelmektedir. Oysa Türkiye,Portekiz, Yunanistan gibi ülkelerde ise % 10'un altındadır . Bu konuda çarpıcı ve biraz da esprili bir örnek olması bakımından, “Tanzanya gibi ülkelerde milli gelirin % 19'unun İskandinav ülkelerinde ise %83'ünün yerel yönetimlere ayrıldığı” tesbiti de bir belediye başkanı tarafından ifade edilmektedir . Rakamların önemi bir başka açıdan da yerel yönetimlerin hizmet gereksinimlerinin milli gelir paylarının çok üzerine çıkması ve bu idarelerin kredi, borçlanma ve benzeri yöntemlerle büyük projeleri gündeme almalarında ortaya çıkmaktadır. Buna bir örnek olması için Ankara uygulamalarına bakmak yeterli olabilir. Ankara Büyükşehir Belediyesi 1990'lı yılları “altyapı on yılı” ilan ederek sergilediği “Dönüşüm ve Gelişim Projelerinin bir kısmının toplam maliyetine ilişkin şu rakamları vermiştir: “Ankara Metrosu: 660 milyon dolar, Ankara Hızlı Tramvay (Ankaray):518 milyon alman markı (yaklaşık 311milyon dolar), Büyük Ankara Kanalizasyon Projesi (Bakay):410 milyon dolar, Ankara Merkezi Atıksu Tesisi:200 milyon dolar, Ankara İçmesuyu Dağıtım Projesi:5.5 trilyon TL, Doğalgaz Projesi:280 milyon dolar v.b.” . Ancak bu rakamların bir diğer yönüyle “yerel yönetim maliyesini merkezi yönetimden alıp mali sektöre bağlayan yeni bir yapısal uyarlama politikası olduğu” saptamasından hareket eden görüşlere göre: ”Türkiye'de belediyeler, 1986 yılından bu yana özel bankaların önemli müşterileri haline gelmişlerdir. Bu tarihte kamu kaynaklı krediler kısılmış, bütün diğer kamu kuruluşları gibi belediyeler de yatırımları için gerekli krediyi özel bankalardan kısa vadeli ticari faizli krediler ile karşılamak zorunda bırakılmışlardır. Belediyelerin kredi talepleri 1986 yılına kadar kamu kaynaklarından karşılanmış, 1986 yılında kredi kanakları özel ticari bankaların hızlı bir şekilde devreye girmesi ile çeşitlenmeye başlamıştır .Yerel Yönetimlerin, getirisi uzun dönemde elde edilen yatırımlarda kullandıkları bu krediler kısa vadelidir. Üstelik ticari faiz nedeniyle maliyeti çok yüksektir. 1986-1995 yılları arasında belediyeler toplam 14.2 trilyon ticari kredi kullanmışlar, bunun karşılığında (1995 yılı devredeni dahil) 25 trilyon lira geri ödeme yapmışlardır. Bu kaynak belediyelere kabaca % 80 faize mal olmuş görünmektedir. Paranın bir yıllık dolaşımı daha da çarpıcıdır. Örneğin 1994 yılında belediyeler 2.7 trilyon banka kredisi alırken, aynı yıl 7.6 trilyon geri ödeme yapmışlardır.ve bir sonraki yıla 3.7 trilyon lira geri ödeme devredilmiş durumdadır . c ) Fiyatlama Politikaları Belediye hizmetlerinden olan şehir içi taşımacılığı, elektrik,su, havagazı sağlanması gibi hizmetlerde “gerçekçi fiyat” uygulama tartışmasına gelince; bu hizmetlerin karşılığında alınan ücretlerin yüksek tutulduğunda yeni fonların yaratılabileceği ve bu yöntemle hizmet alanlarının genişleyebileceği düşünülebilir. Ancak kente has hizmetlerin maliyetleri ve bu maliyetlerin tümünün veya bir bölümünün tüketiciye yansıtılması temel bir tercih konusudur. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde sık sık gündeme getirilen çoğu kent hizmetlerinin, maliyetinin altında, sübvansiye edilerek sunulması, ilk bakışta sosyal adalet açısından çekici gelmektedir. Fakat özellikleTürkiye gibi şehre göçün süreklilik kazandığı ülkelerde birbirine kıyasla erken gelenler bazı sübvansiye edilmiş hizmetlerden yararlandıktan sonra kaynaklar tükenmekte ve sonra gelenlere temel hizmetlerin bile sunulabilmesine imkan kalmamaktadır. Bu temel tehlikeyi gözettikten sonra fiyatlama politikaları ile yine de sınırlı bazı kaynak aktarımları yapmak ve ekonomik açıdan daha güçsüzlere destek sağlamak mümkündür. Mesela toplu taşım araçlarında tek fiyat uygulaması, çoğu Türk şehrinde daha uzun mesafe seyahat etmek zorunda kalan imarsız kesim insanına dolaysız bir destek sağlar. Aynı şekilde su ve elektrik tüketim bedellerini belirli bir metreküp ve kilowatsaate kadar kısmen düşük tutup bir tavan noktadan sonra yükseltmek aynı sonucu verir . ”Çapraz finansman” olarak tanımlanan bu uygulama, “tüm hizmetlerin piyasa mekanizmasına bırakılamayacağı” itirazından doğmaktadır. Ancak burada bir saptama yapmak gerekmektedir. Genel olarak, kamu maliyesinin üç temel işlevi bulunmaktadır.1)Tahsis (kamu hizmetlerinin sağlanması), 2)Bölüşüm (gelir dağılımının düzeltilmesi) 3)İstikrar (tam istihdamın sağlanması ve fiyat istikrarı) . Oysa bu işlevlerden sadece tahsis yani kamu hizmetlerinin sağlanması, mahalli idarelerin tüm fonksiyonlarını oluşturur. Özetle istikrar ve bölüşüm fonksiyonları merkezi yönetime bırakılmıştır. Bunun da çeşitli gerekçeleri vardır . Bu gerekçeler “ölçek yaklaşımı” çerçevesinde açıklanabilmektedir. Yani fiyatlama politikası yoluyla diğer işlevleri yüklenmek çabası birçok güçlüğü de beraberinde getirdiğinden karmaşık bir durum yaratabilir. d ) Yerel Yönetim Bankacılığı Hizmetlerdeki maliyet boyutunun bu şekilde yükselmesi yerel yönetim bankacılığının önemini ihmal edilemez bir duruma getirmektedir. İller Bankası geçmişten bugüne büyük ölçüde aynı kalan yapısı ve işleyişi ile Türkiye'de özlemi çekilen demokratik ve etkin yerel yönetimlere giden yolda gereksinme duyulan gerçek bir yerel yönetim kredi kurumundan beklenen işlevleri yerine getirememektedir. Bu kapsamda İller Bankası'nın çağdaş bir yerel yönetim bankasına dönüştürülmesi ya da yerel yönetimler için yeni bir banka kurulması, uzunca bir süredir Türkiye'nin gündemindedir. Yerel yönetimlere kredi sağlanması konusunda özel hükümler getiren ilk ülkeler Fransa, İngiltere, Portekiz ve Almanya'dır. Bu ülkeler o zaman var olan mali kurumlarına yerel yönetimlerden gelen kredi istemlerini karşılama yetkisi vermişlerdir. Örneğin 1799 da kurulmuş olan Fransa Mevduat ve Emanet Sandığı, yerel yönetimlere ilk kredisini 1822 yılında aç-mıştır. Benzer şekilde İngiltere'de yerel yönetimlere kredi veren Bayındırlık İşleri Kredi Kurumu 1817 yılında, Portekiz Genel Mevduat Bankası 1876 yılında kurulmuştur. Bunları Belçika, İtalya,Danimarka, Hollanda, İspanya ve Norveç bankaları takip etmiştir. Batı Avrupa örneklerinden sonra birçok gelişmekte olan ülkede ise bu tür kurumlar daha yakın bir geçmişte ortaya çıkmaya başlamıştır. Latin Amerika, Afrika ve Asya'daki kimi ülkelerde uzmanlaşmış yerel yönetim bankalarının ortaya çıkışı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra olmuştur. Türkiye'de İller Bankası 1945 yılında kurulurken yine aynı yıl, Yunanistan'da Kredi ve Emanet Fonu kurulmuştur . Türkiye'de yerel yönetim bankacılığının yeniden yapılanmasına ilişkin olarak Dünya Bankası'nın Altyapı Şubesi Avrupa ve Orta Asya Bölgesi tarafından hazırlanmış olan, “Yerel Yönetimlere Mali Aracılık İçin Seçenekler” başlıklı raporda, DPT'nin bir yabancı firmaya hazırlattığı, “İller Bankası Yönetim Çalışması” başlıklı raporda ve Başbakanlık Toplu Konut İdaresi ile IULA-EMME ile yürütülen,”Yerel Yönetem Sisteminin Geliştirilmesi Proğramı” adlı çalışmalarda farklı öneriler getirilmektedir. İlk iki raporda ”İller Bankası'nın yerel yönetimler için müşterileri olan, yerel yönetimlere, finans piyasalarına veya kredi veren kuruluşlara bağlayan bir finans kurumuna aşamalı olarak dönüştürülmesi” önerilmektedir. DPT raporunda ayrıca bir “Yerel Yönetim Kalkınma Fonu” kurulmasının esas ve şekil şartları tartışılmıştır. Son çalışmada ise İller Bankası'nın “bedeli karşılığı proje ve mühendislik hizmetleri görmesi” yanında “yeni bir banka kurulması” önerilmektedir . Bu temel gereksinimin biran önce ele alınması gerekmektedir. E - BÜYÜKŞEHİR YÖNETİM MODELİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ a ) Büyükşehir Belediyelerinin Yönetim Organları aa ) Büyükşehir Belediye Meclisi Meclis, Büyükşehir Belediye Başkanı, İlçe Belediyelerinin başkanları ve ilçe belediyelerinin meclis üyeleri sayısının beşte birinden meydana gelmektedir. Büyükşehir Belediye Meclisi beş yıl için oluşturulur. Üyeler ilçe belediyesinin meclis üyesi kimliğini korurlar. Halk tarafından doğrudan doğruya seçilen meclis üyeleri,yalnızca ilçe belediye meclislerinin üyeleridir. Büyükşehir meclisi yılda üç kez Kasım, Mart ve Temmuz aylarında gündemindeki maddelerin görüşülmesine yetecek bir süre için toplanır. bb ) Büyükşehir Encümeni Büyükşehir Belediye Başkanı'nın başkanlığında toplanır. Üyeleri büyükşehrin genel sekreteri ve imar, fen, hukuk, yazı, hesap, personel işleri gibi hizmet birimlerinin başkanlarından meydana gelir. Yalnızca Ankara'da kanun, İmar Müdürü'nün de encümene katılmasını öngörmüştür. cc ) Büyükşehir Belediye Başkanı İlçe başkanları gibi doğrudan doğruya halk tarafından beş yıllık bir süre için seçilir. Büyükşehir Belediye Başkanı yalnız kanunların kendisine vermiş olduğu görevlerin görülmesinden değil, aynı zamanda koordinasyonun sağlanmasından da mesuldür. Büyükşehir Meclisi'nin bütün kararları ve İlçe Belediye Meclislerinin kararları görüş bildirmesi için Büyükşehir Belediye Başkanına gönderilir. Başkan'ın ilgili meclislerin bu kararları yeniden gözden geçirmelerini istemeye hakkı vardır. Meclisler 2/3 çoğunlukla eski kararlarında direnirlerse karar geçerli olur. Büyükşehir Belediye Başkanı büyükşehrin tüzel kişiliğini temsil eder, meclisin aldığı kararları uygular ve kimi özel durumlarda da merkezi yönetimin temsilcisi olarak hareket eder. Büyükşehir Meclisi ilk toplantılarında üyeleri arasından bir Başkanvekili seçer. Başkanvekili, Belediye Başkanı'nın bulunmadığı toplantılara başkanlık eder. Ayrıca Belediye Başkanı'na yardım eden ve onun sorumluluğu altında başkanın görevlerini yerine getiren genel sekreter vardır. Büyükşehir Başkanı'nın önerisi üzerine İçişleri Bakanı tarafından atanır. b ) Büyükşehir Belediyelerinin Görevleri Büyükşehirlerde mahalli kamu hizmetlerinin bir bölümünün anaşehir belediyelerince bir bölümünün ise ilçe belediyelerince yerine getirilmesi öngörülerek hizmetler ikiye ayrılmıştır. Şu hizmetlerin anaşehirler düzeyinde ele alınacağı belirlenmiştir: ? Anaşehir için yatırım plan ve proğramları hazırlamak, anaşehir düzeyinde finansman ve yatırım gerektiren hizmetlerin gerçekleştirilmesini sağlamak. ? Anaşehir nazım planlarını hazırlamak, tasdik etmek ve uygulamak. Bu planlara uygun olarak ilçe belediyelerince hazırlanacak olan ilçe belediyelerinin planlarını tasdik etmek ve uygulanmasını kontrol altında bulundurmak. ? Meydanlar, bulvarlar, yollar ve sokaklar yapmak, bunların bakımını sağlamak, trafikle ilgili kanunların belediyelere vermiş oldukları yetkileri kullanmak, yolcu ve yük terminalleri, çok katlı park yerleri yapmak ve işletmek, meydanlara, yollara ve sokaklara isim ve numara vermek. ? Çevre sağlığının korunmasını sağlamak, insan sağlığı ve refahı için zararlı olan sınai ve ticari kuruluşların kurulmasına izin vermek, çöplerin ve sanayi artıklarının toplama yerlerini belirlemek, imha edilmeleri için gerekli tesisleri kurmak, yiyecek ve içecekleri çözümleyecek labaratuvar kurmak, mezarlıkların yerlerini belirlemek ve işletmek. ? Su, kanalizasyon, havagazı, merkezi ısıtma ve kamu ulaşımı gibi hizmetleri yerine getirmek. ? Yeşil alanlar, parklar.,bahçeler oluşturmak, toplumsal kültür hizmetleri sağlamak, spor, eğlence ve dinlenme yerleri kurmak. ? Belediye kolluk hizmetlerini yerine getirmek, yangın söndürme hizmetlerini sağlamak, patlayıcı madde üreten tesislerin ve depoların kuruluş yerlerini belirlemek. ? İlçe belediyeleri arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde aracı olarak görev yapmak ve çalışmalar arasında eşgüdüm sağlamak. Anaşehir belediyeleri görevlerini, mali ve teknik kaynaklarını, nüfusun büyüklüğünü ve hizmet alanının genişliğini dikkate alarak sınırları içerisindeki ilçe belediyeleri arasında dengeli bir biçimde yerine getirmek mecburiyetindedirler. İstenirse karşılığı ödenmesi ve Büyükşehir Belediye Meclisi'nin bu konuda olumlu bir karar almış olması şartları ile ilçe belediyelerine bırakılmış görevlerden bir bölümü anaşehir belediyesince işbirliği yapılarak ortaklaşa görülebilir. Altyapı Koordinasyon Merkezi (AYKOME) ile, Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) büyükşehir belediyelerine bu hizmetlerde yardımcı olurlar. Bu iki teşkilata da Büyükşehir Belediye Başkanı başkanlık eder. Büyükşehirdeki altyapı yatırım proğramlarının, ulusal, sosyo-ekonomik kalkınma plan ve proğramları çerçevesinde biraraya getirilmesini Altyapı Koordinasyon Merkezi; Kamu ulaşım araçlarının başlıca güzergahlarının belirlenmesi, tarifelerinin tespit edilmesi ve uygulanmasını da Ulaştırma Koordinasyon Merkezi sağlar. c ) Modelin Değerlendirilmesi Ülkemiz büyükşehir yönetim modelinin değerlendirilmesi bakımından yeterli bir süre geçmiş bulunmaktadır. Bu konuda kavramsal ve durum tespitine ilişkin bazı çalışmalar yanında uygulamacı belediyelere gönderilen anketler yoluyla yapılan çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmalardan biri Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca IULA-EMME ile birlikte yürütülen, “Yerel Yönetim Sistemi'nin Geliştirilmesi Proğramı” adı altında hazırlanan raporlar ve el kitapları dizisidir. Bu çalışmalarda “Yerel Yönetim Sistemi'nin Gelştirilmesi'nin Temel Amaç ve Stratejileri”nin belirlenmesinden sonra, bazı aksiyon önerilerinde bulunulmuştur. Bu aksiyon önerileri kısaca şunlardır: “-Anayasaya Yerel Yönetim İle İlgili Madde Konulması, -Belediye Yasası, -Anakent Yönetimi Yasası, -Yerel Topluluk Üyeleri'nin Temel Hakları ve Ödevleri Bildirgesi, -Yerel Seçilmiş Görevlilerin Hak ve Ödevleri Bildirgesi, -Yerel Yönetim Ahlak Şartı, -Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim Ortak Kurulu” . Bu konuda İstanbul, Ankara, İzmir, Konya; Bursa, Gaziantep ve Kayseri Büyükşehir Belediyeleri düzeyinde 1990 yılında DPT tarafından yapılan bir anket çalışmasıyla ulaşılan sonuçlara göre, Büyükşehir Belediyesiyle ilçe belediyeleri arasındaki dialog'da süreklilik temin edilememiştir. Aralarındaki ilişkiler yeterince güçlü değildir. Bu iki düzey arasında yetki ve kavram kargaşası, mülk ve gelirlerin paylaşımında sorunlar bulunmaktadır. Büyük şehrin ilçe belediyeleri üzerinde koordinatörlüğünün sağlanması ve nazım plan kararlarına uygunluğun denetlenmesinde dar boğazlar sürmektedir. İlçe belediyeleri, plan yapımı yönünden ilişkilerini büyükşehir belediyesinin vesayet yetkisi olarak yorumlamaktadırlar. Yardımcı kuruluşlar, Altyapı Koordinasyon Merkezi (AYKOME) ve Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) beklenen dengeli, verimli ve koordineli çalışmayı gerçekleştirememiştir. Yatırımların öncelik ve zamanlamasında eşanlılığın sağlanamaması, altyapı kuruluşlarının proğram harici çalışmalarda bulunması, ödenek tahsislerinde gecikme nedeniyle ortak çalışmalardaki farklılık, üye bulunan kamu kuruluş ve kurumların proğramlarının genel müdürlüklerince yapılması, büyükşehir belediyeleri ile koordinasyon aksaklıkları başlıca darboğazlardır. AYKOME'deki her kuruluş bütçesine ayrılan payı kendi kullanmak istediğinden birliktelik sağlanması güç olmaktadır. UKOME konusunda ise 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda bu kurulla ilgili herhangi bir açıklayıcı ibare bulunmadığından Emniyet Müdürlüğü ile koordine sağlanamamaktadır . Bugün gerek 1580, gerekse 3030 sayılı yasaların da yetersizliğinden söz edilerek yeni “Yerel Yönetimler çerçeve yasası tasarı taslakları “ sivil toplum örgütü araştırmalarında da yer bulmaktadır. Bu çalışmalarda da benzer saptamalar tekrarlanarak, “büyükşehir statüsü kazanılmasında, bir belediyenin sınırlarının içinde birden çok mülki ilçe bulunmasının esas alınmasına ilişkin ölçütün yapay bir ölçüt olduğu, bunun yerine,ekonomik, toplumsal ve mekansal özelliklerin ve uluslararası bir norm olan en az 500 bin nüfus boyutunun gözönünde tutulması” da önerilmektedir . Bu konuda yapılan bir başka uyarı ise, “Büyükşehir belediyesi olacak beldelerin, bir bütün olarak metropolitan alan hüviyetine haiz olma gereği çerçevesinde, nüfus ölçek kriterleri yanında, mevcut veya doğması muhtemel “Hukuki metropolitan alan” ile “Fiili metropolitan alan” arasındaki uyumsuzluğun giderilmesidir” . Benzer bir diğer konu, iki kademeli yönetimde Büyükşehir kademesiyle ilçe belediyeleri arasındaki ilişkilerde karşılıklı konumların tanımındaki eksiklikler, belirli boşluklar, üstüste gelmeler, bazı hizmetlerin ortada kalmasına neden olacak düzeyde anlayış ve uygulama olumsuzluklarına rastlanılmasıdır. Öte yandan ilçe belediyelerinin nüfus ve alan büyüklükleri arasındaki tutarsızlıklar yanında bahse konu sınırlardaki gündüz ve gece veya yaz ve kış nüfusu gibi farklılaşmalar da değerlendirilmesi gereken hususlardır. Benzer bir diğer araştırmaya göre ,“Anakent ilçe belediyeleri, anakent belediyelerinden farklı olarak iki ayrı vesayete tabi tutulmaktadır. Anakent belediye başkanının ilçe belediyeleri üzerindeki yetkileri ve konumu hem yerel demokrasi ilkelerine aykırıdır, hem de anakent ve anakent ilçe belediyelerinin farklı partilerden olması halinde ciddi çatışmalar yaratabilecektir” . TÜSİAD tarafından gerçekleştirilen çalışmada, “Büyükşehir belediyesinin metropol ölçeğinde kent hizmetleri arasında bütünlüğü sağlama yetkisinin vesayet yetkisi biçiminde olmasının doğal olduğu, ancak büyükşehir belediye başkanına yönetmelikle tanınmış olan, değiştirerek onaylama yetkisinin kaldırılması gerektiği” savunulmaktadır . Sistemde önerilen değişikliklerden biri de denetim konusundadır. Bu konudaki bazı çalışmalarda, kamu denetçisi kurumunun ülkemizde de uygulanması yanında, anakent yönetimi, bağlı kurum ve kuruluşları ve işletmelerinin yılda bir kez bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenmesi önerilerinin yer aldığı görülmüştür. Bahse konu çalışmalar kamu denetçisinin, “Anakent meclisi kararı ile, meclis başkanı tarafından kendi alanlarında uzmanlığı ve saygınlığı kanıtlanmış kişiler arasından atanmasını” önermektedirler. Kamu denetçiliği kurumu yasayla oluşturulabilecek bir uygulamadır. Ancak yasal zorunluluk bulunmamasına karşın bazı belediyelerin (örn.Şişli İlçe Belediye Bşk.) ülkemizde de sınırlı sayı ve konuda olsa da bağımsız denetim uygulamalarına rastlanılmaktadır. Bu çalışmaları eleştiren “sosyalist söylem” ise, “benzer çelışmalarla, büyük sanayi kentine geçişin önündeki (çapakların) temizlenmesine yönelik öneriler geliştirildiği” ifadesiyle, “bilinen ilkelerin birçoğuna tek yanlı yaklaşılarak, özerklik, katılım gibi ilkelerle büyük sermaye'nin öncelikle merkezi-bürokratik yöneticilerle onların yerel uzantılarının tasfiye edilmesi ve (sermaye'nin mantığının ) egemen kılınmaya çalışıldığını” ileri sürmektedir. Metropolitan yönetimin etkinliğinin ve verimliliğinin artırılmasında, modern yönetim tekniklerinden yararlanılmalıdır. Bu teknikler arasında, kriz, zaman ve beşeri kaynaklar yönetimi, işletmelerde verimlilik denetimi ve performans ölçülmesi, karar verme, büyük projelerin yönetim- hizmet ve yatırım önceliklerinin tespiti, kaynak planlaması-bütçelendirme-fiyatlandırma, yönetimde beşeri ilişkiler ve yaratıcı yönetim, uluslararası yönetim ve etkin teknoloji transferi sayılabilir . Öte yandan ”Fransa'da olduğu gibi Ekonomik ve Toplumsal bir Kurul oluşturularak, meslek kuruluşlarının, işçi ve işveren örgütlerinin ve gönüllü kuruluşların temsilcilerinden oluşan bu kurula yerel meclislerin danışabilecekleri bir statü kazandırmakta” büyük yarar vardır. İKİNCİ BÖLÜM BÜYÜKŞEHİR ALANLARINDA TEMEL KAMU HİZMETLERİNİN YÜRÜTÜLMESİ Metropolitan bir gelişimin etkisiyle oluşan büyükşehir alanlarında hizmetlerin yürütülmesindeki yaklaşım kriterlerine daha önce değinilmişti. Bu bölümde ise genel olarak merkezi ve yerel hizmet sınırları ve yaklaşımları tartışılarak büyükşehir alanlarında gereksinim duyulan temel hizmetlere değinilecektir. Devletin, fertlere kamu ihtiyaçlarını karşılamak için toplu ve devamlı nitelikte hizmet arzetmesine kamu hizmetleri denilir. Kamu hizmeti genel olarak öğretide, “bir kamu kurumunun ya kendisi tarafından ya da yakın gözetimi altında, özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmetler” olarak tanımlanır. Kamu yönetimi hizmetleri düzenlerken bireyleri değil, bireyin içinde yer aldığı toplumu ya da toplumun bir kesimini dikkate alır Belediye de kamu hizmetlerini yerel düzeyde yerine getiren bir örgüttür. Örgütü bir bütün olarak incelerken, örgüt üyelerinin hiyerarşik yapı içinde sahip oldukları farklı statüleri, oynadıkları farklı rolleri, örgütün iletişimde bulunduğu çevreyi, örgütün fiziksel ortamını, doğal grupların yapısını ve bunların örgütün işleyişi üzerindeki etkilerini dikkate almak gerekecektir . Şehirleşme de kamu hizmetlerinin yürütülme şeklini ve yerini etkileyen önemli bir etkendir. Özellikle metropolitan alan olma ile sonuçlanan şehirleşme, buralarda yürütülen kamu hizmetlerinden sorumlu bulunacak yönetim birimini ve hizmet alanını belirleme açısından önem taşımaktadır. Metropolitan alanda yürütülen kamu hizmetleri, en geniş anlamıyla çevre ve toplum hayatının devamıyla ilgili yerel açıdan önem taşıyan hizmetlerdir. Bu hizmetlerin yürütülmesinin metropolitan alan içerisindeki yönetim birimleri arasında paylaşılması, büyük ölçüde hizmetin türüne ve alan içerisinde yaşayanların tamamını ilgilendirip ilgilendirmemesine” bağlıdır . Öte yandan kamu hizmetlerinin niteliği temel ihtiyaçların giderilmesi yanında, ülkenin kalkınma ve gelişmişlik düzeyi açısından da bir gösterge olma niteliğini taşır. Kalkınmayı gerçekleştirme, toplumsal gönenci artırmaya yönelik olarak düşünüldüğünde, ”toplumsal yapılarda değişmeler yoluyla insana sunulan mal ve hizmet üretimini artırmak” olduğu anlaşılabilir . Ancak bu artışı gerçekleştirirken hangi hizmetlerin devlet tarafından hangi hizmetlerin belediyelerce görüleceği konusunda kesin kriterler koymak oldukça zordur. Siyaset bilimcilerin kamu hizmeti kavramına karşılık, maliyecilerce kullanılan sosyal mal kavramı, tüketiminin rakip olmaması ve engellenememesi boyutuyla özel (kişisel) mallardan ayrılmaktadır. Kişisel mallar ile sosyal mallar arasındaki sınırı, pazarlanabilme olgusu çizer. Sosyal mallar konusundaki bir başka ayırım ise, mahalli idarelerin doğmasına yol açan 1) Ulusal sosyal mallar, 2) Mahalli sosyal mallar ayırımıdır. Burada her yönetim, merkezi veya mahalli idareler, sağlayacakları sosyal malların yararlarının ve maliyetlerinin kendi sınırları içinde kalabilecekleri ölçekte kurulup işletilmesini sağlamalıdır . Bu yaklaşım bizi “optimum hizmet alanı” kavramına götürmektedir. Optimum hizmet alanı, belirli bir kamu hizmetinin en etkin bir şekilde ve en az maliyetle arzedileceği nüfusu tanımlar. Piyasada firmalara bu konuda talebin yol göstermesine karşılık, kamu ekonomisinde bölünmez ve yarı bölünebilir mal ve hizmetler için böyle bir gösterge mevcut değildir. Hizmetin yönetimler arasında dağılımı konusunda ülkelerarası değişiklik gösteren etkinlik kriteri, hizmetin bölünebilirliği kriteri, geleneksel anlayış kriteri gibi bazı kriterler vardır. Etkinlik kriteri, hizmetin en etkin şekilde görüleceği idareye bırakılmasıdır. Burada hizmetin kamu kuruluşlarınca görülmesinin bürokrasi ve kaynak israfına neden olduğunun anlaşılması ya da belediyelerde, merkezi idareye göre fertlerin tercihlerini daha iyi yansıtabilmeleri unsurlarının gözönüne alınması esastır. Hizmetin bölünebilirliği kriterinde ise hizmetten yararlanan kişi ile yararlandığı miktarın kısmen veya tamamen belirlenmesi önem kazanır. Tüm toplumun bireylerine ayrı ayrı fayda sağlayan ve bölünmezliği nedeniyle bireylerin tümünün maliyetine katıldığı hizmetler(Milli Savunma, Milli Güvenlik gibi) bölünmez hizmetler sayılır. Hizmetten faydalananlar hizmetin maliyetine harç veya bedelin bir kısmını ödemek suretiyle katılırlarsa, yarı bölünebilir hizmet, doğrudan bölünebilir ve fiyatlandırılabilir fayda sağlanması durumunda da bölünebilir hizmetler sözkonusudur. Bazen hizmet bölüşümünde geleneksel-tarihi faktörler öne geçebilir. Burada da geleneksel anlayış kriterinden sözedilir. İngiltere ve ABD'deki özel komite ve komisyonlar tarihi-geleneksel sebeplerle oluşup gelmiştir. ABD'de eğitim işlerini yöneten Milli Eğitim Komisyonları (Board of education), Okul Kumisyonları (School board), İngiltere'de komünlerde güvenlik hizmetlerini yöneten Birleşik Komiteler (Standing Joint Comitee) geleneksel faktörlerin oluşturduğu kuruluşlardır . Öte yandan günümüzde hizmetlerin, dolayısıyla harcamaların merkezileşmesi eğilimi olduğu yolunda tespitler de vardır. Genellikle teknik ve ekonomik gelişmelere dayandırılarak ifade edilmeye çalışılan bu olgunun tarihsel kökenini de gözardı etmemek gerekmektedir. 1930'ların dünyayı etkisi altına alan ekonomik buhranı izleyen dönemde ekonomide ve İkinci Dünya Savaşı tahriplerini onarmak ve refah düzeyine ulaştırma çabaları alanında, geniş kapsamlı amaçlarla sınırlı kaynaklar arasında denge kurulması ve önceliklerin isabetle saptanması, merkezi planlama yoluyla merkezi yetkilerin artması sonucunu doğurmuştur. Kaldı ki bu gün de benzer veya değişik amaçlarla başta Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve ona bağlı ihtisas kurumları olmak üzere, çeşitli kuruluşlar, teknik yardım, mali ve ekonomik alanda yardımlarla, gelişmekte olan ülkelerin milli politikalarını etkisi altında tutmaktadır. Bu ülkelerin millletlerarası ilişkileri, merkezi idarenin durumunu kuvvetlendirmesine yardım etmektedir . Oysa bugün ülkelerarası ilişkiler sadece devletler düzeyinde gerçekleştirilmemekte, NGO adı verilen sivil toplum örgütlerinin temas, diyalog ve işbirliği alanları da giderek artmaktadır. Günümüzde masif randımanlı gelirlerin devletin elinde toplandığı ve merkezi idarenin bu gelir kaynaklarını belediyelere bırakmak yerine onlarla paylaşmak veya onlara yardım etmeyi seçtiği, hızlı şehirleşme nedeniyle gerek duyulan sermaye harcamalarının mutlak ve nisbi olarak belediye yeteneklerini aştığı ve devletin politik ve ekonomik şartlara göre mali tevzin üzerinde ayarlamalar yaptığı için hizmetlerin merkezileştiği de belirtilmektedir. Örneğin bölünebilir hizmet niteliğinde olan su, havagazı, elektrik üretimi ve dağıtımı ile ilgili hizmetlerde de merkeze kayma yolunda bir eğilim vardır. Bunlardan elektrik üretme pek çok ülkede belediyelerden çıkmış, belediyeler değıtım fonksiyonunu yüklenmişlerdir. Fransa'da EDF (Electricite de France), GDF (Gaz de France), İtalya'da ENEL (Ente Nazionale per L'energia Elletrica) elektrik ve gaz üretmekte, şebeke yapımı ve dağıtımı ise belediyelerce yürütülmektedir . Sosyal malların mahalli idarelerce sağlanmasına karşı olan tezler de vardır. Ancak desantralizasyonun yararları ve sakıncaları karşılaştırıldığında yararlarının demokrasinin işleyişi ve dolayısıyla sosyal refah açısından daha ağır bastığını söylemek mümkündür. Kaldı ki olaya piyasa ekonomisi açısından bakıldığında, desantralize bir piyasa ekonomisinin merkezi bir siyasal tekelcilikle tanımlanamıyacağı, zira “piyasa mekanizmasının desantralize çözümler üretirken, sosyal seçimin (oy sandığı) tekelci bir siyasal yapılanma doğurmaya zorlandığı ve piyasa ekonomisinin işleyişini engellediği” de ileri sürülmektedir. Bazı görüşlere göre, mahhali idarelerce sağlanacak sosyal mallar ile ilgili en önemli karar” etnik ayrımcılığa yol açmayacak bölgesel mahalli idarelerin kurulmasına karar verilmesi sorunudur.” Bu çerçevede hizmetlerin yerel ve bölgesel düzeydeki ayrımı ise şöyle gerçekleştirilebilir: Yerel düzeyde, itfaiye, sokak aydınlatması, çöp, şehir planlama, arsa temini, kanalizasyon, temizlik, kent içi ulaşım, konut ve kooperatifçilik geleneksel fonksiyonlardır. Spor ve dinlencenin ayrı bir fonksiyon olarak belediyelere devri gerekir. Parklar, spor alanları, kapalı salonlar, yüzme havuzları, v.b. yerler.(dinlence ve spor alt yapısı) belediyelere bırakılmalıdır. Eğlence ve kültür alanında da mahalli kütüphaneler, müzeler, SİT alanları, tarihi yapıların ve anıtların restorasyonu ve kamuya açık tutulması, yerel basının, Tv-Radyoların teşviki, kültür ve sanat olaylarına galeri tahsisi, stüdyo imkanları ile desteklenmesi v.b. Turizm ve tanıtma ise özellikle kıyı bölgeleri itibariyle önemi zaten mahalli idarelerce kavranmış ve fonksiyonlar içine alınmış hizmetlerdir. İlk ve orta öğretim ise Milli Eğitim politikası çerçevesinde ve Milli Eğitim Bakanlığının seçeceği personel havuzundan temin edilen elemanlar ile mahalli idarelerce yürütülmelidir. Belediyeler öğrenci yurtlarıyla örgün eğitim kurumlarını (Halk Eğitim Merkezlerini) devir alarak işleteceklerdir. Bölgedeki ilk ve orta eğitimin kalitesinden, finansmanından ve fırsat eşitliğindan sorumlu olacaklardır. Din işleri kurulu, mezarlıklar, defin ve cenaze yanında, ibadethanelerin yönetimini sağlayabilir. İbadethanelere ruhban atanmasını cemaatlerin de görüşünü alarak karara bağlayabilir. Bölge yönetimine gelince, sağlık, yüksek öğrenim, çevre koruma, iç güvenlik, bölgesel bayındırlık hizmetleri ve zirai mücadele ile araştırma ve islah çalışmaları bölgesel düzeylere çekilmelidir. I - İMAR PLANLARI VE İMAR HİZMETLERİNİN UYGULANMASI Ülkemizde yaşanan hızlı kentleşme süreci içinde “yerelleşme”, ”kıyılaşma”, “metropolitanlaşma” ve “parçalaşma” gibi olgular ön plana çıkarken mevcut planlama anlayış ve yaklaşımları ile imar yasaları, kurumları ve araçları yetersiz kalabilmektedir. Bu durumda, planlama ve plan uygulama sorumluluğu taşıyan her birimin yeni arayışlar içinde olması gerekmektedir. A - İMAR PLANLARI Özellikle büyükşehir belediyelerinin kentsel planlama konusunda ana amacı, hemşehrilerine bir “kent ufku (vizyonu)” ve “kent mantığı” sunabilmek; Bu görüş uzaklığı ve derinliği içinde her tür proje önerisinin açıkça tartışılarak ilgili tüm kişi ve kuruluşların uzlaşabileceği bir platform oluşturmaktır. Bu yaklaşımın “proje demokrasisi” olarak adlandırıldığı da görülmüştür . Ancak bu katılımcı yaklaşıma karşın, imar mevzuatı, kamunun kentsel fiziki yapıyı doğrudan yönlendirmek üzere koyduğu yasal sınırlamalar olarak tanımlanabilir. Gerçekte, imarla ilgili mevzuatın konusu temelde kentsel alanlardaki taşınmaz mal mülkiyetinin kamu yararı, şehircilik ve mimarlık ilkelerinin uygulama olanakları bakımından kısıtlanmasıdır. Burada kamu yararı kavramı, kamunun imarla ilgili kısıtlamalarının başlıca gerekçesi olarak belirtilmektedir. Bu kavram, en genelde estetik ve sağlık açısından uygun,toplumun her kesimine olanaklardan eşit şekilde yararlanma fırsatını tanıyan bir kentleşme biçiminin sağlanması ilkesi olarak tanımlanabilir. Yasa koyucu kamu yararını sağlamak üzere kentsel gelişmede bazı gereklilikler belirlemektedir. Kentte yaşayanların fiziki ve sosyal ihtiyaçlarını sağlayacak altyapının temini, yapılaşmanın belli bir düzen ve denetime bağlı ve estetik olarak kabul edilebilir olması gibi. Bu amaçların gerçekleşmesi, gelişmenin sağlanacağı topraklar üzerinde bazı mülkiyet haklarının kısıtlanmasını gerektir-mektedir. Böylelikle, dengelenmesi gereken iki ağırlık noktası ortaya çıkmaktadır. Birincisi taşınmaz mal mülkiyetinin getirdiği haklar, ikincisi ise toplumun her kesiminin olanaklardan eşit şekilde yararlanması ve sağlıklı kentleşmenin sağlanması amacıyla kamunun mülkiyet üzerindeki kısıtlama hakkıdır. Bu iki ağırlık noktası arasında kurulan dengeler imar mevzuatının çerçevesini oluşturmakta ve kamunun müdahale sınırlarını çizmektedir. Mülkiyet üzerindeki kişi haklarının hangi durumlarda, hangi amaçla kısıtlanacağı, bu kısıtlamanın ölçüsü ve biçimleri imar mevzuatının, çeşitli kadememlerdeki dökümanları aracılığıyla belirlenmekte ve detaylandırılmaktadır . Planlar, uzun dönemde kentin gelişmesini yönlendiren belgelerdir. İmar proğramları ise,bu gelişimi belirli zaman dilimlerine yayarak gerçekleştirmektedir. Bu noktada belediyeleri teknik ve mali yönden destekleyecek düzenlemelerin yapılmasıyla,imar planı uygulaması konusunda belediyelerimizin daha kararlı ve tutarlı davranmaya yönlendirilmesi amacıyla Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca mali katkıda bulunulmaktadır .Bu katkı, imar uygulama ödenekleri, beş yıllık imar proğramları, imar uygulamaları kamulaştırma ödenekleri ve imar uygulamaları düzenleme (yapım) ödenekleri olarak belirmektedir. B - İMAR MEVZUATININ DEĞERLENDİRİLMESİ Cumhuriyet dönemi imar mevzuatının 19.yüzyılın ikinci yarısında çıkartılan “ebniye mevzuatı” ndan büyük ölçüde etkilendiğine değinen bazı araştırmacılarca şu şekilde ifade edilmiştir: “1948 tarihli ilk dökümanı takiben Cumhuriyet döneminde de 1925'e kadar yürürlükte kalacak olan bu mevzuat, dönemin “batılılaşma ve islahat” hareketleri içinde benimsenen “batı kenti” imajını gerçekleştirmek üzere kabul edilmiş ve “ Osmanlı kenti” üzerinde önemli etkiler yapmıştır; Bu mevzuat bir yandan düz ve geniş yollar,birbirine benzer yapılaşma ve düzenli parselasyon gibi biçimsel özellikleri ile Osmanlı kent dokusuna ters düşerken, öte yandan yapı güveni, hıfzısıhha ve özellikle yangın sonrası yeniden düzenlemelerle ilgili konularda Osmanlı kentinin birçok sorununa sağlıklı bir yaklaşım getirmiştir” . Ankara'nın başkent olmasının, yeni şehirleşmenin yönünü, biçimini ve ülke mekanında kentsel gelişimin dengeli bölgesel kalkınma hedefini vurguladığı ve “başkent Ankara'nın, (çorak orta Anadolu toprağı)'nın imarının adeta cumhuriyetin başarısı ile bir tutulduğunu” saptayan bu görüşe göre 1925 yılında dört milyon metrekarelik alanın Ankara'da modern bir yeni kent kurmak için istimlak edilmesinin “kentsel gelişime planlı müdahalenin ilk basamağını oluşturduğu” vurgulanmaktadır. Ancak günümüzde de sık sık gündeme gelen “ plan hataları” yargısının o dönemlerden başladığını örneklendiren anlayışlar bulunmaktadır. Bugün Ankara'nın imarına değinen yayınların bir çoğu Falih Rıfkı Atay'ın “Çankaya” kitabında bu hususta anlattıklarına değinmektedir. Ankara'ya bir bölge planı hazırlamadan nazım plan hazırlığına geçiş ve Prof. Hermann Jansen tarafından uluslararası sınırlı bir yarışma ile kazanılan ihale sonrasında, planda kanalizasyon işlenmesine gerek görülmemesi , ilk adımların noksan ve hatalı atıldığını göstermektedir. Oysa ki planlama ve karar alma süreçlerinde, parçacı değil bütüncü bir yaklaşımla, işlerin birbirinden bağımsız bölümler yerine bölümlerarası koordinasyonla yapıldığı çalışma anlayışıyla hareket edilmesi, girişimlerin hem birbirleriyle hem de jeofiziksel ve biokimyasal süreçlerle entegre biçimde düşünülmesi, yeni yönetim anlayışının bir diğer ilkesi olmalıdır. Kent yöneticisi, ulaşımı planlarken, çevredeki toprak kullanımını, kamu taşımacılığını, yerleşim alanlarını, çöp tasfiyesini, yeşil alanları, yabani hayatı v.b. de planlama sürecine katabilmelidir . Öte yandan kentçilikle biyolojiyi bir arada değerlendiren görüşler de bulunmaktadır. ”Kent sorununun kavranmasında yeni bir yöntem öneren” bu görüşlere göre, “Kent gibi bir insan yapıtı, onu yaratan insanın daha doğrusu bu kenti tasarlayıp gerçekleştiren insan kümesinin davranışına yön veren düzenekler bilinmeden sınanamaz.” Bu görüşlerin ulaştığı uç noktada ise, “İnsanın sinir dizgelerinin işleyişini, can verdikleri bireyin davranışlarını yaratan işleyişini deney odasında anlamaya çalışan kişi de, kent alanını biçimlendiren canlı maddenin değişik bir örgütlenme düzeyinde kentçilik ! yapmaktadır” . Kaldı ki kent planlaması, kentsel büyümeyi denetleme olanağı sağladığı gibi, kentsel kamu hizmetlerinin halka zamanında ve yeterli nitelikte getirilmesi için gerekli önlemlerin alınmasına da olanak sağlar. Kent planları yapılırken elde varolan bilgilere dayanılarak geleceğe yönelik kestirmeler yapılır ve kentin büyüme eğilimi saptanır. Kentsel büyüme bir plana bağlandığı zaman yeni yerleşme merkezlerine su, elektrik, gaz ve ulaşım gibi kentsel hizmetlerin götürülebilmesi için gerekli altyapı tesisleri de planda öngörülen süreler içinde yapılabilir . Ankara planını takiben 1945-1955 döneminde ise Türkiye'de toplumsal ve ekonomik dönüşümlere paralel olarak “1948 tarih ve 5218 sayılı yasayla başlayan eski gecekondulara af, yeni yapılacaklara yasaklama yaklaşımının” temelleri atılmakta ve bu yaklaşım günümüze dek sürmektedir. İmar mevzuatının mimarlığı ve şehir planlamasını nasıl etkilediği konusundaki araştırmalar, sürekli olarak şehir planlaması ve mimarlığa getirilen tanımlamaların her iki meslek dalının ortak eylemi olan “yaratma gerçeğinden hareket edilmesi” hususunda odaklanmakta ve bu yöndeki yasal, kişisel v.d. etkiler yorum-lanmaktadır. Sonuçta şekillenen bu “yaratıcılığı etkileme” olgusunun imar mevzuatı çerçevesinde olumlu ve olumsuz etkilenişine göre, “Mevzuatın yeniliklere açık olması ve kanunların genel amaçları içinde kısıtlama veya özel bir yapılaşma biçimini emreden bir yaklaşımının bulunmaması, aksine gelişmelerin desteklenmesi “boyutuyla olumlu,ancak mevzuatın tasarım konusunda bir belirleyiciliği olmaması nedeniyle, “tasarım eğitimi, mimari kontroller (mimarlık denetimi) ve kentsel tasarım konularında uygulama politikaları geliştirilmemesi yönüyle olumsuz” olarak nitelenmiştir. Bu olumsuzluklara ek olarak, ”standartların ciddi olarak ele alınmaması”, “tip proje yapımı ve kalıp yapılar topluluğunun desteklenmesi”, “şehir yenilenmesinin yapılamaması”, “mevzuatın bir çerçeveye oturtulamaması” ve “teknik konularda ihtisaslaşmış hukukçu desteği sağlanamaması” gibi hususlar- da sayılmıştır. Bütün bunlara dayanılarak, imar planlarının genel bir değerlendirmesi yapıldığında, “dar kapsamlı olduğu, yani yalnız toprak kullanımına ağırlık verildiği, teknik belge olarak yeterli olmadıkları” yargıları belirtilmektedir. Planlamada bütüncü yaklaşım aynı zamanda işbirliği ögesini de öne çıkarır. Bugün metropolitan alan planları yapılırken, hem sosyal plancılar, hem de fiziksel plancılar kendileri ile ilgili alanların planlaması için çalışırlar. Fiziksel plancılar, nazım plan, bölgeleme (zoning) ve çeşitli konut meseleleriyle ilgili çalışmalar yaparlarken, sosyal plancılar sağlık ve sosyal yardım hizmetleriyle, eğitim hizmetleriyle ve toplumu ilgilendiren diğer hizmetlerle ilgili konuların planlaması ile uğraşırlar . Çünkü “bir fabrikanın kuruluş yerinden, bir çocuk bahçesinin yapılmasına kadar, herşey toprağın doğru kullanılmasını gerektirir” . C - ÖRNEK UYGULAMA VE ÖNERİLER Büyük bir yerleşmede endüstri faaliyetlerini geriye iten, yatakhane şehirlerin yayılmasını destekleyen ve başlıca eğlence faaliyetlerinin ve değişik nitelikteki ticaretlerin şehir merkezi tarafından mas edilmesini kabul eden basit bir zoning yerine, merkezde olduğu kadar çevrede de her biri yeterli bir bağımsızlığa sahip olan sosyal hayat birimleri oluşturulmalıdır .Burada İngiltere ‘de, Ebenezer Howard'ın 1898'de yayınlanan “Bahçe-şehir,Yarının Bahçe-şehirleri” adlı kitabında yapılan önerilere ve geliştirilen şehirsel denge anlayışına dayanan şehircilik hareketine değinmek gerekmektedir. Buna göre, şehirlerde yaşayanların doğa ile ilişkilerini yitirdiği, köylük yerlerde ise, kamu görevlerinin ve iş imkanlarının götürülmesindeki güçlükler dikkate alınarak, köylük yerlerin üstün nitelikleriyle, şehirlerin üstün özelliklerini birleştirerek bahçe-şehirler oluşturulmalıdır. Bahçe-şehirlerde, büyükşehirlerin yakınlarındaki banliyölerden farklı olarak, orada yaşayanlara iş sağlayacak ölçüde, endüstri bulunacaktır. Belirli bir nüfus için planlanacak ve yeşil kuşakla çevrilecektir. Böylece spekülatörlerin kazanç isteğine uygun olarak ve çoğu zaman önceden bilinmeyen ve planı zorlayan gelişmeler, büyümeler önlenmiş olacaktır. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere'de otuz kadar yenişehir kurulmuştur. Bunların bir düzinesi, Londra'nın aşırı büyümesinden doğan problemleri çözme amacına yönelmiştir. Londra'daki endüstrinin ve nüfusun bir kesimi, başkente 80-100 km kadar uzaklıkta kurulan bu yeni şehirlere aktarılmıştır. Kimi devlet kuruluşları, büyük firmalar, Londra'da bulunmasında zorunluluk olmayan ofislerini de yeni şehirlere aktarmışlar ve kirli hava ile savaş gerçekleştirilmiştir. Yeni şehirlerde toprak mülkiyeti kamunun olmuştur. İşyerleri, ofisler, konutlar uzun süre ile kiraya verilerek endüstri devrimi döneminde sınır tanımayan arsa fiyatlarındaki artışa ve spekülasyona son verme çabasının başarılı örnekleri ortaya çıkmıştır. Gelişmiş, geri kalmış hangi ülkede olursa olsun yerleşme problemlerinin çözümündeki gecikmeler gelecek kuşakların yaşantısını olumsuz yönde etkilemekte ve onlara pahalı mal olacak bir ortam hazırlamaktadır . Beldelerin imar yönünden düzenli olması, imar planlarının yapılaşma ihtiyacının önünde hazırlanması, hazırlanan imar planlarının da yine yapılaşma ihtiyacının önünde mekana yansıtılmasına bağlıdır. Bugüne kadar, imar planı yapımı, bilhassa büyük şehirlerde yapılaşmanın ve yapılaşma ihtiyaçlarının gerisinde kalmış, yapılaşmaya yön verme yerine, gelişigüzel oluşmuş yapılaşmayı koruma mecburiyetinde kalmıştır. Bu konuda getirilen bir öneri de şöyledir: “Türkiye'deki yerleşme sisteminin geçirdiği dönüşümün gerçekleri ışığında hazırlanacak yeni bir yasa ile yeni belediyeler sistemi, tüm ülke mekanını hiçbir santim boş bırakmadan bölüşmeli ve mücavir saha imar ihlalleri önlenmelidir” . II - KONUT VE TOPLU KONUT HİZMETLERİ İLE GECEKONDU ÖNLEME ÇALIŞMALARI Konut hemen her ülkede ve her dönemde yaşama düzeyi hakkında bir ölçü olarak kullanılmıştır. Aşiretlerde bile çadırların direk sayısı, bezlerin hazırlanmasında kullanılan hammadde, içinde yaşayanın statüsünü, sınıfını gösterir. Geri kalmış ülkelerde gecekonduculuk, sefalet mahalleleri vb. şehirlerin durumlarını, problemlerini ortaya koymaktadır. Hemen bütün geri kalmış ülkelerin şehirleri için bu yargı geçerlidir. Büyüklü küçüklü pekçok şehrin bu gibi ülkelerde köyleştiği, köydeki sefaletin şehirlere aktarıldığı gibi sözlere uzmanların, şehir plancılarının yazılarında, bilimsel araştırmalarda sık sık rastlanır) . Bu nedenle “konut” konusu daima “gecekondu” sorunu ile birarada ele alınmaktadır. Bu boyut “toplumsal konut politikaları” çerçevesinde merkezi ve yerel idareyi birarada davranmak gereğiyle karşı karşıya getirmiştir. A - KONUT İHTİYACI VE KONUT POLİTİKALARI Ailelerin konut gereksinimlerini karşılamak için saptanan önceliklere göre alınan yasal ve fiili önlemlerin tümüne konut politikaları denilmektedir. Konut, toplumsal, ekonomik, siyasal sorunlarla bütünleşmiş ve böylece toplumsal konut politikası bütünü ortaya çıkmıştır. Toplumsal konut politikası kavramı, kalkınma planlarında yer almalı, kent ve bölgesel gelişme alanlarına uygun olmalı, toplum yararı öncelik olarak alınmalı, belirli sınıfları, gelir düzeylerini konut ölçüsü veya standardı gibi öncelikleri içermelidir. Bu konuda izlenen politikalara genel bir bakılacak olursa 1923-1945 döneminin konut yardımları yapılması, 1945-1960 döneminin kentleşmenin hızlanması ve gecekondulaşma sorununa kurumsal oluşumlarla çözüm aranması 1960-1980 döneminin ise kalkınma planlarıyla şekillenmesi biçiminde geliştiği görülmektedir. Öte yandan konut politikalarında hangi öncelik ve standartlar belirlenirse belirlensin, nüfus ve gelir artışı gibi faktörlerin ortaya çıkardığı bir sabit gerçek vardır ki o da “artan konut talebi”dir. Bu talebin faktörleri şöyle sıralanabilir: Nüfus artışı:Türkiye'nin nüfusu, 1950 yılından bugüne yılda ortalama % 2.47 oranında artmaktadır. Aile yapısında meydana gelen değişiklik: Çekirdek aile artmaktadır. ? Şehirleşme: 1950-1985 yılları arasındaki sayım sonuçlarına göre Türkiye genelindeki nüfus artışı ortalama % 2.4 iken, şehirlerde aynı dönemde oran % 4.3 ‘tür. ? Sosyal ve kültürel gelişmeler: Konut zaman içinde bir sosyal güvenlik aracı olarak algılanmıştır. ? Gelir seviyesi-barınma maliyeti ilişkisi: Artan kiralar konut sahibi olmayı güdülemektedir. ? Yenileme ve ıslah ihtiyaçları: Konut talebini artırır . Ancak bu talep artışı sağlıklı bir şekilde karşılanamamaktadır. Ekonomik, teknik, sosyal, vb.birçok nedene dayanan bu sonuç, yerel yönetimler bakımından da arsa temini yetersizliği ve arsa spekülasyonunun önlenememesi ile körüklenmiştir. Arazi kamulaştırma ve imara açmada yeterli etkinliğin sağlanamaması, arsa talebinin artmasına ve spekülatif uygulamalara yol açmıştır. Yerel yönetimlerle merkezi yönetimler arasındaki yetki paylaşımında 1970'lerden başlayarak gündeme gelen konulardan biri ”imar hakları” olmuştur. Bir kesim imar yetkilerinin belediyelere ait olmasını, diğer kesim ulusal planların bütünlüğü açısından merkeze ait olmasını ileri sürmüşlerdir. Bazı radikal yaklaşımlarca bu durum ”Türkiye'nin gelişen burjuvazisinin çıkarları merkezi düzeyde, savunuluyor, ilişkiler bu düzeyde kuruluyor, küçük burjuvazinin çıkarları belediyelerde gerçekleştiriliyordu.” şeklinde değerlendirilmektedir. Spekülatif ve siyasi amaçlı kullanımlara açık bu hak bugün de bir gel-git halinde idari düzenlemelere konu edilmektedir. B - BİR YERLEŞME SORUNU OLARAK GECEKONDU İmar planlarının artan nüfus ve gecekondu alanlarına cevap verememesi ve genellikle gelişmeleri takiben planlama yapılabilmesinin körüklediği “gecekondu” olayı artık yoksulluğa ait bir söylem olmaktan çıkmış, ”gaspçılık”, ”arazi mafyası” gibi kavramlarla anlatılmaktadır. Bu ifadeler dikkate alınırsa, gecekondulaşma sürecinin, geçen süre içersinde kurumsallaştığını ve yerleşikleştiğini, sorunun işgalcilik, yapımcılık ve kullanıcılık boyutlarına bağlı olarak gelişen, yasal olmayan bir görüntünün sonucu durumuna geldiği görülebilir . Bunun bir uzantısı olarak özellikle belediyelerin “yapı kontrol” hizmetlerinde yaşanan acizlik, ”imar affı” uygulamalarının da gerekçesi durumuna gelmektedir. Yapı kontrol hizmetlerini zaman zaman ”diğer bazı ülkelerdeki gibi ülkemizde de değiştirmek, yapı polisine benzer bir teşkilat kurmak suretiyle devlet eliyle yürütülen birhizmet haline getirmek” şeklindeki görüşe ise gerek polisiye tedbirlerin anlam ve yeterliği gerekse bir yetki alanının daha devri anlamına gelebileceği endişesiyle katılınmamaktadır. Kaldı ki “gecekondu” kavramında yaşanan bu farklılık, “arazi mafyası veya spekülatörleri” olarak nitelenen kişilerin ortaya çıkışıyla belirginleşmiş ise de “gecekondulu” bakımından böylesi bir farklılığın sergilendiğini görememekteyiz. Çünkü “gecekondularda kentleşme sürecine geçişte belirleyici etmen, kentsel alandaki iş bölümüne geçiştir” . Benzer bir tesbitte de şöyle ifade edilmektedir: ”Kentlerde yaşayan nüfusun yoğunluğunun gün geçtikçe artmasına karşın “yeni kentliler” ‘in kentin bir ögesi haline gelmemeleri; Türkçede kentleşme teriminin hem demografik yığılma, hem de kültürel bütünleşme kavramlarını taşıyamamasına yol açmıştır. Kentleşmenin yanısıra kentlileşme kavramının ortaya çıkışı, kentleşmenin sözkonusu iki boyutunun Türkiye'de eş zamanlı olmamasının bir sonucudur.” . Gecekondulaşmanın önlenememesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan “İmar Affı” ise hukukumuzda olmayan fakat uygulamada kullanılan bir kavramdır. Çünkü gecekonduyu önleme amacına yönelmiş tüm yasalar aslında birer af yasasıdır. Çıkarılan her gecekondu yasası, çıkarıldığı tarihe değin yapılan gecekonduları “kaçak yapı” statüsünden kurtarmıştır. Yasaların hepsi de gecekonduların, “bir defaya mahsus ve emsal teşkil etmemek üzere” af olunacağından bahsetmektedir . Ancak giderek bu afların “yasa tanımamayı” ödüllendirdiği, vergisini ödeyen ve yasalara uyan vatandaşları ise en yumuşak tanımıyla “öngörüsüz ve pasif” duruma düşürdüğü için tepki çektiği görülmektedir. Üstelik her imar affı yasası yine devlete vergisini düzenli ödemekte olan vatandaşların vergileriyle finanse edilmekte ve bu da çifte aldatılma duygusu yaratmaktadır. Bugüne kadar uygulanan imar düzenleme yasaları, 6188 sayılı ve 1953 tarihli 775 sayılı ve1966 tarihli, 1990 sayılı ve 1976 tarihli, 2805 sayılı ve 1983 tarihli, 2981 sayılı ve 1984 tarihli, 3290 sayılı ve 1986 tarihli yasalardır. Günümüzde ise yeniden imar affı yasası bir söylem olarak gündemde tutulmaktadır. C - TOPLU KONUT ALANLARI VE TOPLU KONUTLAR Gerek konut talebine cevap verebilmek gerekse gecekondulaşmayı önlemek için üretilen çözümlerin en önemlisi toplu konutlardır. Ülkemiz konut ihtiyacına yönelik çeşitli toplu konut projeleri üretilmiştir. Bu projeleri uygulayıcılar bakımından, inşaat firmalarınca yapılan toplu konutlar, konut kooperatifleri birliklerinin uygulamaları ve Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresinin örnek-şehir projeleri yanında belediyelerin önderliği ve desteğiyle yürütülen uygulamalar da bulunmaktadır. Bazı belediyeler, hemşehrilerinin barınma sorununu çözmek ve diğer taraftan çarpık şehirleşme ve gecekondulaşmayı önlemek üzere projeler başlatmışlar veya kurulmuş bulunan konut kooperatiflerini bir birlik altında toplayarak uygulamanın gerçekleşmesinde destek ve yol gösterici olmaya çalışmışlardır. 1980 li yılların bu konudaki en belirgin örnekleri, İzmir Egekent ve Evka Projeleri, Tarsus Belediyesi toplu konut faaliyetleri, Kayseri Belediyesi Bel-Sin Kooperatifi, Erzurum Belediyesinin uygulamaları olarak sıralanabilir. Özellikle toplu konut yasasının ve bağlı olarak çıkarılan kredi sistemiyle hem toplu konut üretimiyle yapılan yatırımların randımanının artırılması, hem de belediyelerin devamlı takviye ettiği toplu konut sahalarının ortaya çıkarılması sağlanmıştır. Bu olumlu örnekler yanında, 1580 sayılı yasada bir görev olarak yer almasına karşın, doğrudan konut üretimine, bir çok belediye, ağırlıklı olarak mali ve teknik gerekçelerle önem verememektedir. Ayrıca “görevlerini seçimlik olarak kabul etme” yaklaşımları da bunda etkili olmaktadır. Toplu konut üretimlerinin sağlıklı şehirleşmeyi hızlandırma fonksiyonu da bulunmaktadır. Geçmişte sadece konutu inşa etmekle işin bittiği kabul edilirdi. Halbuki sağlıklı şehirleşme ve çağdaş yaşam için yol, su, elektrik, telefon, kanalizasyon gibi altyapı hizmetleriyle okul, hastane, spor alanları, parklar, çarşı gibi üstyapı hizmetlerinin de inşa edilmesi gerekir. Bu şekilde kendi kendine yeterli çağdaş uydu şehirler geliştirmekle sağlıklı şehirleşme hızlandırılabilir . Öte yandan hazırlanan konut programlarının sosyal hayatın gelişiminde büyük etkisi olacağı unutulmamalıdır. Yerleşecek ailelerin halihazır büyüklükleri ve gelecekteki gelişmeleri gözönünde tutulacak şekilde konutların yeterli büyüklüğe sahip olmaları, kollektif meskenlerde ses geçirmeme ve dahili yollar gibi konuların da önem kazanacağı açıktır . D - ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Gerek gecekondu önleme gerekse konut arzını artırma boyutuyla, genelikle kooperatifleşme ve kredilendirmeye dönük öneriler sıralanırken, fiili durumları değerlendirmeye yönelik öneriler de getirilmektedir. Bunlardan bazıları belediyelerin inşaat malzemeleri ve inşaat işletmeleri kurarak sürekli teknik yardım görevi yüklenmeleri yanında bu işletmelere,”kırdan şehre göçenlerin, yatıracakları kay-nağın büyüklüklerine bakılmaksızın ortak olmalarının sağlanmasını, böylece bu inşaatlarla üst yapısız alanlara inşaat malzemesi depo etmeye harcanılan kaynakların daha yararlı bir biçimde değerlendirilmiş olacağı, bahse konu inşaat işletmelerinin kredili satış sisteminin de kurulabileceği önerilmektedir . Önerinin ötesine geçerek uygulamaya dönüştürülen bir başka perspektifin ise Ankara'nın Çankaya ilçesinde gündeme alındığı görülmektedir. Adı geçen ilçe belediyesinin Türkiye'de ilk kez uygulanan GEÇAK (Gecekondudan Çağdaş Konuta) projesiyle, gecekondu sorununa getirilen çözümün köktenci ve insancıl oluşuyla ayırdedici bir niteliğe sahip olduğu iddiasını taşıdığı anlaşılmaktadır. Gece-kondularda oturan kişilerin kendi aralarında kurdukları yapı kooperatifleri aracılığıyla çağdaş konutlara kavuşmalarını öngören bu yöntemle gecekondular yıkılarak birleştirilen arsalar çevre düzenlemeleriyle apartman olarak bina edilmekte, böylece kondudan konuta geçiş sağlanmaktadır. Gecekondular çağdaş konutlara, gecekondu semtleri de kente uyumlu, estetik, sosyal donatı alanlarının çevrelediği uygar ve yeşil yerleşim alanları haline dönüştürülmektedir. İlgili belediye proje dahilinde bilgilendirici ve yol gösterici bir konumda olup, gecekonduların yerine çağdaş donanımlı konutlar edinilmesinde aracılık etmektedir . Ancak, yöntemin çağdaş ve insani olduğu kabul edilmekle birlikte ideolojik çelişki savıyla dikkat çeken görüşler de bulunmaktadır.Buna göre: “Yeni belediyecilik ilkeleri arasında yer alan ve kentlerde oluşan her türlü rantın kamuya aktarılmasını amaçlayan ideolojik tutum ile, günümüzde kimi belediyelerin, özellikle gecekondu alanlarında, gecekondu sahipleriyle anlaşmaya girerek toprak rantını paylaşma girişiminde bulunmaları arasındaki tutarlılık irdelenmeye değer” . III - ÇEVRE DÜZENLEME İŞLEVLERİ Yerel yönetimlerin bölgenin altyapısı olarak nitelenen, yol,meydan, geçit ve kanallarının yapım ve onarımı ile üstyapısı olarak nitelenen park, bahçe, rekreasyon alanlarının düzenlenmesi, korunması ve bakımının sağlanması faaliyetlerinin, çalışma içerisinde çevre düzenleme ve koruma faaliyetleri olarak irdelenmesi uygun görülmüştür. Kentsel sistemler, yapıları itibariyle sorunların çözülmesine kolaylık sağlayan birtakım ögeleri içlerinde barındırmaktadır. Bu ögeleri, kensel sistemlerdeki yoğunluk, karmaşık yapı ve yakınlık olarak nitelemek mümkündür. Kentsel yerleşimlerde konutların yoğun bir biçimde belirli alanlarda yer alması, bir yandan doğal sistemlerin nispeten rahat bırakılması anlamına gelirken, öte yandan da kentsel hizmetlerin götürülmesini kolaylaştırıcı bir yapıyı sunmuş olur. Kentlerin karmaşık yapısı, görevlerin ve işbirliği alanlarının belirlenmesi ve bu ortamda süregelen yarışma, örneğin çok daha özgün bir atık tasfiyesi ve ıslahı çözümünü getirebilir. Ya da kompleks birkaç kullanımın aynı kaynaktan sağlanması gibi enerji kullanım yöntemi geliştirilmesini sağlayabilir, yüksek teknoloji uygulanabil-mesine olanak verebilir. Kentsel yapılardaki çok çeşitli uzmanlık alanları, değişik gereksinimler ve olanaklar, kaynak kullanımında çok özgün kombinasyonlar, çözümler yaratmak şansını da vermektedir . A - ÇEVRE DÜZENLEME VE ALTYAPI HİZMETLERİ İmar ve yol istikamet planlarına göre açılmış olan yol, meydan, geçit ve kanalların yapım, bakım ve onarımlarını sağlamak ve beldenin mevcut yağmur ve pissu kanallarını ıslah ederek mevcuda bağlantılar yapmak veya fosseptik ihtiyacını karşılamak gibi görevler, belediyelerin altyapı hizmetlerinin esasını teşkil eder. Bu konudaki en belirgin örnek olan elektrik üretim ve dağıtımı gibi bazı hizmetler ise daha çok teknolojik ihtiyaçların sonucu olarak merkezi yönetime devredilmiştir. Son derece pahalı bir çalışma olan yol açma, yol yapma, altyapı hazırlama çalışmalarının gerektirdiği mali, teknik ve personel ihtiyacı yanında özellikle metropolitan gelişim gösteren kentlerimiz de yolların önemli bir sorun olduğu kabul edilmektedir. PTT, TEK, İSKİ veya ASKİ gibi kuruluşların birbirinden habersiz açtığı kanallar nedeniyle, büyükşehirlerin anayolları köstebek yuvasına dönmekte ve AYKOME gibi düzenlemelerin sağlıklı işleyişi bir türlü temin edilememektedir. Bozulan asfaltlara köklü çözüm yerine sürekli yama metodu uygulanmakta, seçim dönemlerinde hava şartları gözönüne alınmadan yapılan asfaltlar kaynak israfına neden olmaktadır. Gerek belediyeler, gerekse müteahhitlerce yapılan yollarda yeterli kalite kontrolü gerçekleştirilmediğinden standartlar gözardı edilmektedir. İTÜ Yol ve Trafik Bölümü yetkililerine göre, ideal bir şehir içi yolunda, “yolun enine ve boyuna eğimi % 5 olmalı, iki taraflı yağmur suyu kanalı bulunmalı ve yol yapımında galeri sistemi uygulanmalıdır” . Diğer yandan mevcut imar planlarının, konut yoğunluğunu artırıcı yönde değiştirilmesi, kat yüksekliklerinin veya inşaat alanlarının artırılması, arsa sahiplerine spekülatif bir kazanç sağlarken daha önceki konut yoğunluğuna göre kurulmuş olan altyapı da artırılan yoğunluk karşısında yetersiz kalmaktadır. Bu durumda hem örneğin 4 dairelik bir binayı yıkıp ilave verilen hak uyarınca 8 dairelik bir bina yapılınca, gerçekte sekiz daire bedeline 4 konut kazanılmış olmaktadır. Böylece milli kaynak spekülatif amaçlı bir yatırıma gitmekte, hem de mevcut altyapı feda edilerek yeniden yatırımlar gerekmekte, bazen de bazı altyapıları genişletme imkanı da bulunmamaktadır . Benzer şekilde büyük şehirlerde arsa değerlerinin çok yüksek olması, zeminden aşağıya iki üç kat yapılması tercihini doğurmaktadır. Böyle durumlarda, zeminden iki üç metre aşağıda bulunan kanalizasyon borularının da altına inilmiş olmakta; boruların pissuları ise toprağa ya da daha alt sokakların kanallarına verilmekte, bu da altyapının ve dolayısıyla yolların bozulmasına neden olmaktadır . Hernekadar Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca belediyeler yaptıkları altyapı harcamalarının kanunla belirlenmiş olan miktarını bu hizmetlerden yararlananlardan alabilmek hakkına sahip olmuşlarsa da bu gerçekçi bir değer artışı vergilendirmesi değildir. Oysa çağdaş ülkelerden hiçbirinde, ekonomik ve doğal nedenlerden dolayı topraklarda görülen olağanüstü değer artışı tamamen mülk sahibine bırakılamaz. Bu değerlenme ya toplumun ya da doğrudan doğruya belediyenin olur .Kaldı ki gerçekleştirilen altyapı yatırımları üretime ödenmemiş unsur olarak girer ve sermaye birikimi sürecine yalnızca yatırım faaliyeti aracılığıyla doğrudan kaynak aktararak katkıda bulunmakla sınırlı kalmaz; Aynı zamanda sanayi üretimi üzerinde önemli büyüklükte ve pozitif yönde etkide bulunur. Sanayi sermayesi bu unsur için doğrudan herhangi bir ödeme yapmaz. ”Kamusal girdi” olarak alınan şey, daha üretime geçmeden elde edilmiş olan bir kar ya da ranttır. Nicel tekniklerle büyüklüğü ölçülemiyorsa da, sanayinin coğrafi alandaki yerleşme şekli, bu rantın vazgeçilemeyecek kadar önemli olduğunu göstermeye yetmektedir . B - AÇIK VE YEŞİL ALANLARIN DÜZENLENMESİ İnsanın yüzyıllar boyunca tabiata uymak ve tabiatı kendine uydurmak için yaptığı sürekli mücadeleler sonunda, tabiatla kendisi arasında meydana gelmiş olan nispi denge, büyük endüstri şehirlerinin ortaya çıkmasıyla ciddi bir şekilde sarsılmıştır. Fert artık tabi bir çevre içerisinde ve başka varlıklar gibi tabiatın bir parçası olarak yaşayacak yerde, tabiatla temasını geniş ölçüde yitirmiş ve bütünüyle,kendi eseri olan yapma bir çevre içerisinde yaşamaya başlamıştır. Bahçeler, tarlalar, kırlık araziler yavaş yavaş büyükşehirlerin çevresinden uzaklaşmış ve insan şehrin gürültüsü, kalabalığı, çeşitli dumanlar ve gazlardan kirlenmiş puslu havası içerisinde bu yapma çevrenin bütün kötü etkilerine açık bir hale gelmiştir. Vazolara yerleştirdiği kuru otlar, sepetler veya cam kaseler içinde yetiştirdiği çiçekler, şehir insanının tabiatın fosilleri veya kalıntıları ile tabiata ulaşmak istediği umutsuz çabayı göstermektedir. Hayvanlar dünyası ile olan teması ise yalnızca kafesteki kanaryası, evin içinde beslediği kedisi veya köpeği ile olan ilişkilerine indirgenmiştir . Bu nedenle şehirler içerisinde düzenlenen açık ve yeşil alanlar şehirliler için büyük bir öneme haizdir. Modern şehir tabiattan kopuşu temsil eder. İnsan tabii olana uyum sağlamayı değil kendisi için daha uygun olduğunu düşündüğü suni bir ortamı tercih etmektedir. ”Böylece kendisini tabiatın kontrol edilemez güçlerinden emniyete almakta, ama bir şehre (sıkışma)nın getirdiği başka sorunlarla yüzyüze kalmaktadır. Şehirler için (insanat bahçesi) tabirini kullanan yazar bu sıkışma duygusuna atıf yapıyor olmalıdır” . Açık ve yeşil alanlar şehirleşme, endüstrileşme, yoğunluk artışı sonucunda doğadan kopmakta, onu bozmakta olan insanın tabiata yakınlaşmasını, onu korumasını sağlamaya yarayan alanlardır. Spekülasyon ve yüksek arsa fiyatları nedeniyle şehirlerde arsadan düzey olarak alabildiğince yararlanma yoluna gidilmiş, yoğunluk artmıştır. Hele motor çağında, taşıtların yolları kapatması ile şehirlinin yol ve meydanlardan kovulması durumu ortaya çıkmıştır. Boş zamanların artmasıyla açık alanlara olan ihtiyaç da artmaktadır. İşte açık ve yeşil alan sistemi şehirlinin tabiat ile ilişkisini yeniden kurmak,sürdürmek, geliştirmek amacına yönelmiştir. Geniş bir tanımlamayla açık alanlar şehirlerde yapı ve tesislerle kaplı olmayan bütün alanları ihtiva etmektedir. Açık havadaki dinlenme, eğlenme tesisleri, ulusal parklar, ağaçlandırılmış geniş caddelerin iki yanı, su bentleri, oyun alanları, açık alan kapsamına girmektedir. Gelecekte kullanılmak üzere ayrılan yedek alanlar, gelişmeye ayrılan yerler de açık alan olarak nitelendirilir. Drenaj havzaları, çeşitli yerleşme alanları arasındaki açıklıklar da yeşil alan sisteminin bir parçası sayılır . Yerleşmeler nüfusça geliştikçe ve yapı yoğunluğu arttıkça yeşil alan ihtiyacı büyümeye başlar. Bu ihtiyaç kullanış türlerine göre bölgesel ve şehirsel olarak belirmektedir. Bölgesel yeşil alan ihtiyacı, şehirsel birimin yönetim sınırları içinde yer alan ağaçlıklar, koruluklar, ormanlar, hafta sonu gezintileri için düzenlenmiş rekreasyon yerleridir. Şehirsel yeşil içine çevre parkları, çeşitli fonsiyon bölgeleri ve tesisler arasında düzenlenen boş alanlar girer. Şehirlerimizde kişi başına düşen park, dinlenme yerleri, çocuk bahçeleri gibi yeşil alanlar yeterli değildir. Şehirleşme politikasına yön vermek, yoğunluğunu ve yapı kontrolünü sağlamak amacı ile bu tür yeşil alanların düzenlenmesine önem vermek, bunları uygulama kolaylığı yönünden kamu arazilerinde tertiplemek gerekir. Yapılan araştırmalara göre, şehir içinde kişi başına 6 metrekare yer ayrılmaktadır. Fiziki düzenleme yönünden bu alanların yerleşmeye dağıtılmasına önem vermek, bu alanlara her yönden ulaşma imkanları sağlamak gerekmektedir. Çocuk bahçeleri, milli parkları, spor merkezlerini düzenlemekle yerleşme içinde dengeli bir “Yeşil alanlar dağılım politikası” sağlanmış olacaktır . Öte yandan şehirlerin kurulması aşamasında ve gelişmeleri süresince tabiatın gözönüne alınması birçok problemi halledebilecektir. Eğer belli başlı yayla, dağ eteği, akarsu ağzı bölgeleri ve sözkonusu edilmiş olan süreçler, planlama sırasında gözönüne alınabilir ve bir takım kanunlarla korunabilirse, büyük şehir bölgesi tabii bir gelişime göre şekil alacaktır. Büyük şehir içerisinde tabiatın yeri, suların ve alivyonlu ovaların, bataklıkların, bayırların, ormanların ve çiftlik arazisinin dağılımına yansımış olacak ve böylece çalışma, eğlenme, dinlenme imkanları bulunan, ekolojik, jeolojik, botanik ve tarihi yönden ilgi çekici olan alanları kapsayacak şekilde işlemek ve ayrıntılı bir hale getirmek gerekecektir. Böyle bir tabii dekor ile yaratılan ve bakım gören bir manzara arasında büyük bir fark vardır. Şehrin içindeki tabiat, dış etkilerden çabucak zarar görecek kadar güçsüzdür ve miktar bakımından elverişli olduğu taktirde bir manzara kendi kendini devam ettirecektir. Fakat herhangi bir yerin bir kere çoraklaştırıldığı, önce üzerine birtakım binalar dikilip daha sonra bu binaların yıkıldığı hallerde manzara yaratma problemi kendi kendini devam ettiren bir çevre yaratmadan ayrı olarak, son derece pahalıya mal olan bir problem olarak çıkmaktadır. Bir kere yaratıldıktan sonra bu manzarayı devam ettirme problemi de önemlidir. Şehrin içerisindeki açık sahalar üzerinde insanın aşındırma etkilerinin baskısı ve kaçınılmaz bir tahripkarlık, yalnızca ilkel ve güç şartlara katlanabilen az sayıda bitkinin yaşayabilmesine imkan vermektedir. Bütün bunlar anormal su şartları, kirli hava, atmosferin birtakım pis gazlar ve dumanlarla dolması v.b. faktörlerle birleştiği zaman son derece sınırlı bir tabii görünüşün ortaya çıkmasına yol açmaktadırlar . Yeşil alanları koruma konusundaki mevzuatın amacı bu tabii manzarayı, yeşilliği ve pitoresk değerleri korumak ve halkın bütün bu imkanlardan ve açık hava dinlenme yerlerinden yararlanmalarını sağlamaktır. IV - ÇEVRE KORUMA İŞLEVLERİ Belediyelerin en klasik ve bilinen faaliyeti çevre koruma faaliyetidir. Çevre temizliği, hava, su ve gürültü kirlilikleriyle savaş bu faaliyetin özünü oluşturmaktadır. Kentin temel temizliğinin sağlanması önemli bir personel ve parasal kaynak gerektirmektedir. Batı ülkelerinde yerel yönetim terminolojisine katı atık yönetimi olarak giren bu kavram kentsel çevre kalitesinin korunması ve geliştirilmesi açısından önemlidir. Özellikle çarpık kentleşmenin dar sokaklar ve düzensiz yollar gibi görüntülerle yoğunlaştığı bölgelerde sorun daha da ilginç boyut almaktadır . Konunun büyükşehir alanlarındaki özel önemi ise “ölçek ve teknoloji boyutuna bağlı olarak artmaktadır. Genellikle büyükşehirlerde yöneticiler her hizmet yatırımında “kalabalıklaşmanın bedelini” gözetmek ve hizmetler için “uygun standartlar” bulmak mecburiyetindedirler. Ölçek kendi başına problem yaratırken, öte yandan ölçek-teknoloji ilişkisi şehir problemlerini karmaşık hale getirmiştir. Klasik ve basit bir belediye hizmeti olarak bilinen çöp toplama işlemi bile, bu işlem 45 km'lik bir çap içinde 200 kamyonla yapıldığı zaman ve sonunda günlük yok edilmesi gereken 1500-2000 ton çöp biriktiği zaman karmaşık ve yeni teknoloji kullanılmasını gerektiren bir seviyeye erişebilmektedir . A - ÇEVRE KORUMA DÜZENLEMELERİ VE STANDARTLAR Kentlerin altyapı ile ilgili sorun ve ihtiyaçlarının başında atıksu ve yağmur suyu toplama sistemlerinin geliştirilmesi ile atıksu artıklarının arıtılması gelmektedir. Bu tür arıtma tesisleri, barajların su kalitesinin iyileştirilmesi ve içme suyu, balıkçılık, rekreasyon ve tarımsal amaçlı kullanımla çevresel koşulların iyileştirilmesini sağlar. Öte yandan hava kirlenmesi de önlem gerektiren bir alandır. Elverişsiz meteoroloji ve topoğrafik yapı, hızlı nüfus artışına bağlı olarak geliştirilmemiş ısıtma altyapısı, hakim rüzgar yönü üzerinde çok katlı yapılaşmaya gidilmesi, ısıtma sistemlerinde kullanılan vasıfsız yakıtlar, kentin kuruluş yerine göre yıllık ortalama rüzgar hızının düşüklüğü, kent içi ulaşımının birkaç hatta kilitlenmiş olması ve motorlu taşıtların egsoz gazları kentlerin hava kirliliğinin artmasına sebep olan başlıca unsurlardır. Belediyeler bünyesinde oluşturulan Çevre Kontrol Birimleri ile özellikle ısıtma faaliyetlerinden doğan kirlenmeler, bölgeler ve yakıt tipine göre incelenmektedir. Ayrıca kent içindeki sınai tesisler ve büyük kapasiteli ısıtma tesisleri de gerek yasal izinlerin alınması aşamasında gerekse sürekli kontroller biçiminde denetlenmelidir . Çevre yönetiminin en etkili araçlarından biri standartlardır. Geçerli ve uygulanabilir bir standart sistemi olmaksızın çevresel niteliklerin istenilen düzeye getirilebilmesi mümkün değildir. Çevre yönetimi gelişmiş ülkelerde birçok kirletici, standartlarla düzenlenmiş bulunmakta ve birçoğu ile ilgili çalışmalar da devam etmektedir. Ülkemizde ise son yıllarda çevresel standartların geliştirilmesi yolunda bazı adımlar atılmıştır. Hazırlık süreçleri itibariyle gelişmiş ülkelere oranla çok fazla disiplin altına alınmamış olmalarına, genellikle diğer ülkelerden esinlenmiş olmalarına ve tolerans limitinin daha yüksek tutulmasına karşın çevre standartlarının geliştirilmesi olumludur. Ancak standartlar kağıt üzerinde kalmamalı ve uygulanabilir koşullara ulaştırılmalıdır. Standartlar ancak kendilerine aykırı davranışta bulunanlara gerekli yaptırımlar uygulanabildiği takdirde çevre yönetimi açısından bir anlam ve önem kazanırlar . Belediyelerin çöp toplama ve atık suları tahliye etme hizmetleri karşılığında “Çevre Temizlik Vergisi” alınması uygulamaya konulmuştur .(Bazı ilgililerin adlandırma konusunda itirazları bulunmakta ve ”bir hizmet karşılığında alınan paranın vergi olamayacağı,ancak harç olabileceği” belirtilmektedir.) Mali desteği öngören uygulamanın yanında yine Çankaya Belediyesince oluşturulan Katı Atıkları Yeniden Kazanma Projesi (KAYK) da bu yöndeki ciddi çabalardandır. Evsel atık-ların kaynağında madde gruplarına ayrılarak toplanmasını öngören proje, temel olarak dört ayrı katı atığın (kağıt, plastik, şişe ve metal) evlerden ayrı ayrı toplanarak değerlendirilmesini ve ekonomiye yeniden kazandırılmasını hedeflemektedir. Projenin en büyük handikapı istenilen nitelikte ayrıştırılmış çöplerin toplanması ile “çöpkalitesi” denilen, geri kazanılması düşünülen plastik,cam, kağıt açısından zenginliğin semtlere göre farklılık arzetmesidir . Ayrıca evsel katı atıkların dışında havada, suda ve toprakta kalıcı özellik gösteren, halk sağlığı ve çevre koruması bakımından düzenli olarak toplanması ve bertaraf edilmesi gereken zararlı atıklar şeklinde nitelenen hastane atıklarının da özel bir proğramı bulunması gerekmektedir . Katı atık yönetimi açısından 3030 sayılı büyükşehir belediye sisteminin getirdiği uygulama, büyükşehir belediyesini katı atıkların depolanması ve değerlendirilmesi ile yükümlü kılarken, ilçe belediyelerinin atık toplama ve taşıma işlemleri ile genel temizliğin sağlanmasından sorumlu tutarak iki ayrı düzeydeki belediye arasında işbölümü yapmaktadır. Ayrıca bu kapsamda ev haşerelerine karşı kapalı alanları ilaçlama, kış aylarında baca temizlikleri yapma ve foseptik çukurları vidanjör ile boşaltma da yapılmaktadır . Ancak günümüzde çevre koruma işlevinin kapsamı çok genişlemiştir. Kent yöneticileri bugün kent sözcüğünün ifade ettiğinden çok daha kapsamlı bir sistemi, bir mekandaki insan nüfusları, insan eliyle yapılmış fiziksel oluşumlar (yapay çevre), ekonomik faaliyetler, sosyal ve kültürel yapılar ve onların yanında o mekanda mevcut diğer türler ve onları yönlendiren dinamiklerden oluşan bir eko sistemler bütününü yönetmektedirler. Bu nedenle, kent yöneticileri aslında, sadece insan faaliyetlerinden ibaret bir kenti değil, ama sosyal, fiziksel, kimyasal, biyolojik, biyokimyasal birçok boyutu olan ve her bir boyutunun yaşamının sürebilmesi için diğer boyutlarla uyum içinde bulunmaları gereken kentsel eko sistemleri yönetmek-tedirler . B - ÖRNEK UYGULAMALAR Çevre koruma konusunda dünyanın çeşitli yerlerinde, yerel yönetimlerce uygulanan başarılı çevre politikaları bulunmaktadır. Çalışmanın karşılaştırma alanı Avrupa olmakla birlikte dünyadaki uygulamalar arasında Meksika'da Mexico City'deki ve Japonya'nın Kitakyushu kenti örnekleri de önemlidir. Dünya'nın en büyük metropollerinden biri olan Mexico City'nin 1970'li yıllarda kentsel çevre sorunlarının ve kirliliğin uluslararası sembolü haline gelmesi üzerine, federal hükümetin temel yetkilerini yerel yönetimlere devretmesi ve Mexico City Belediye Başkanı tarafından, bilim adamı, kamu ve özel sektör temsilcileri ve uluslararası kurumların katılımıyla başlatılan kapsamlı bir “Kirliliği Önleme ve Kontrol Proğramı”'nda çok başarılı sonuçlar alınmış, araçlarda ve sanayi tesislerinde kullanılan yakıtların iyileştirilmesi ve cezai yaptırımlar sonucunda Mexcio City bir çevre geliştirme ve iyileştirme sembolü durumuna gelmiştir . Japonya'nın önemli sanayi merkezlerinden biri olan ve “Ölüm Denizi “ olarak adlandırılan Dakar Körfezi'nde yer alan Kitakyushu kentindeki 1960 lı yılların sanayi atıkları kirliliği,sıkı ve etkin önlemler yanında 1971 yılında belediye ile beldedeki iş sahipleri arasında imzalanan “Çevre Kirliliği Önleme Sözleşmeleri” yoluyla yeniden hayata döndürülmüştür . Almanya'nın en büyük kömür üretim merkezi olan Saarland Bölgesinde yer alan Saarbrücken kentinde, katı yakıtmlara gereksinimi azaltıcı politikalara yönelinerek başlatılan çalışmalarda ise mali kaynak sağlanabilmesi için öncelikle “belediye şirketi” ve “yerel özel bir banka” kurulmasıyla başlayan ve etkin bir katılımı gerçek-leştiren çözümlere Fransa ve Norveç'de de rastlanmaktadır. Bütün bu örneklerin ortak unsurları, - İşbirliği ve koordinasyon olanağı ile küçük birimlerin güçlü bir yönetime dönüşmelerinin sağlanması, ? Kent yönetiminin kararlı tavır alarak etkin yerel çevre koruma kuralları ve proğram bütünü geliştirmesi, ? Kent yönetimi ile iş dünyası arasında formel “Çevre Kirliliği Önleme Sözleşmeleri “ sistemi kurulması ve ? Toplumun değişik kesimlerinin, merkezi yönetimin, bilim dünyasının ve uluslararası birikimin harekete geçirilebilmesidir . Sözkonusu uluslararası örgütlerden biri olan Uluslararası Konut ve Planlama Federasyonu (IFHB) ‘nin Helsinki'de 26.9-2.10 1993 tarihleri arasında düzenlediği, “Gelecek İçin Şehirler-Değişim Yönleri” konulu seminerde de “ çevre duyarlılığı” ana unsur olarak işlenmiştir. 1913 yılında Ebenezer Howard tarafından “Uluslararası Bahçe-şehirler ve Kent Planlama Birliği” adıyla kurulan federasyona 60 ülkeden çeşitli organizasyonların yanında gerçek kişiler de üye olmaktadır. UNEP, UNESCO, WHO ve Avrupa Konseyi başta olmak üzere hükümetler arası organizasyonlarla da resmi ilişkiler içinde olan bu federasyon, düzenlediği bu tür toplantılarla büyük bir enformasyon ve iletişim olanağı yaratmaktadır. Seminerde “sürdürülebilir gelişme ve planlama” değerlendirilirken, çevrenin sunduğu olanakların sınırının bilincine varılması zorunluluğuna işaret edilmiştir. Son olarak bütün kentsel gelişim ve planlama stratejilerinde çevre duyarlılığını gözetmek, sürdürülebilir gelişme amacını en öncelikli plan yaklaşımı olarak, planlamanın her kademesinde sürdürme esasını genel çerçeve olarak belirleyebiliriz . V - İKTİSADİ VE SOSYAL DENETİM İŞLEVİ Belde halkının belediye tarafından yerine getirilmekte olan hizmetlerden yararlanmasını sağlamak, beldenin düzenini bozacak halleri ortadan kaldırarak belde içinde düzeni sağlayacak tedbirler almak, belediyelerin, belde düzeni ile ilgili hizmetleri içerisine girer. Bu düzenin sağlanması bakımından 1580 sayılı yasanın 15. maddesi belediyeye denetim görev ve yetkisini tanımıştır. Bu yetkiye dayanarak belediyeler bünyesinde zabıta, iktisat, sağlık,veteriner birimleri kurularak denetimle görevlendirilmişlerdir. Kamu yönetiminde denetimin önemli bir rolü vardır. Yönetsel sistem ya da örgütün eylem ve işlemlerinin yerindeliğini ölçme,yönetsel çıktıyı değerlendirme ve örgütün yeni koşullara uyması için denetim dışında başvurulabilecek başka bir işlev yoktur. Bu demektir ki, denetim işlevi, belirli bir örgütün kendisine gösterilen amaca varmasında, çevreye verilen çıktıların, hizmet ve sınırlılıkların yerindeliğini ölçmede temel bir yönetim çabasıdır . Denetim süreci, saptanmış amaçlara ulaşmak için gerekli koşullarla performans arasında uyum sağlamayı arayan eylemleri içermektedir. Öncelik sırasına göre bu eylemler, standartların saptanması, gerçekleşen performansın ölçülmesi, ve bu performans ile standartların karşılaştırılması sonucunda yapılan değerlendirmenin harekete geçirici bir eylemi içermesi durumlarıdır. Oysa belediyelere tanınan denetim yetki ve görevlerinde, gündeme birçok yasa ve kuruluşun girdiğini görüyoruz. Bu tür denetim işleminde odak, başkalarının eylem ve işlemlerini düzenlemekten çok, eylem sonrası ortaya çıkan durumu değerlendirmek olduğunda, sorunla karşı karşıya gelen görevli, sorunun öncesini bilmeksizin denetim görevini yerine getirmek zorunda kalmaktadır. Yeni ortaya çıkan durumla ilgisi bulunmayan kişi ya da kurum, en son aşamada soruna müdahale etmekte, bu nedenle de yapabileceği işlem yasaklamaktan öteye gitmemektedir. Denetim alanının genişliği ve bu duruma koşut olarak belediyelere denetim görevi yüklemiş bulunan yasaların sayıca çokluğu da ayrı bir handikap yaratmaktadır. Yasal ve yönetsel düzenlemeler belediye görevlilerini şaşırtacak denli dağınık ve birbirinden kopuktur. A - DENETİM KONUSUNDAKİ MEVZUAT DÜZENLEMELERİ Öte yandan iktisadi ve ticari hayata müdahale yetkisi zaman içerisinde, liberal yaklaşımların da etkisiyle birçok değişiklik göstermiştir. Uzun bir dönem uygulanan azami satış fiyatları ve kar hadlerine müdahale yetkisi bugün artık ilgili odaların denetim ve yetki alanlarına terk edilmiştir. Aslında yurdumuzda devlet özellikle esnafın sattığı malların gerek kalitesinin gerekse fiyatının denetiminde adeta gelenekleşmiş bir görev ve yetki anlayışına sahip olup, bu anlayış içinde önce kadılar, sonra muhtesipler aracılığı ile yürütülen piyasa denetimleri belediyelerin kuruluşu ile bu idarelere verilmiş, ancak padişah veya sadrazamlar bu alanda emirler vermek, hatta zaman zaman bizzat piyasa denetiminde bulunmak alışkanlığını sürdürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında bozgunla sonuçlanan savaşlar sırasında geleneksel piyasa ve esnaf düzeni iyice bozulmuş, çeşitli mal darlığı ve bu fırsattan yararlanarak haksız kazanç sağlama, toplumda derin yaralar açmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra devlet, ulusal ekonomiyi güçlendirmek amacıyla, piyasa düzenini başıboş bırakmayıp, gerek üreticinin gerekse tüketicinin korunmasını gözeten birçok kanunu yürürlüğe koymuştur. Yerine göre merkezi idareye, yerine göre belediyelere ve çok kere de her ikisine görev, yetki ve sorumluluklar veren bu kanunlar, yurdumuzu da etkilemekten geri kalmayan İkinci Dünya Savaşı'nın şartları içinde yetersiz kalmış, devlet ekonomik hayata ve piyasa mekanizmasına daha etkin biçimde el atmak mecburiyeti ile Milli Kalkınma Kanunu gibi ağır müeyyideli bir kanunu yürürlüğe koymuştur. Savaşın neticelenmesinden sonra bir süre istikrar kazanan piyasa ve üretici-aracı-tüketici ilişkileri 1950 yılından sonra uygulanan ekonomi politikaları sonucunda tekrar bozulmuş, paranın satınalma gücünde meydana gelen değişme ve düşmeler ciddi rahatsızlıklar ve meseleler yaratmıştır. 1960 yılında olağanüstü halin ortadan kalkmasıyla Milli Koruma Kanunu hükümleri yürürlükten kaldırılmış, doğacak kanuni müeeyyide boşluğunu karşılamak ümidiyle Belediye Kanunu'nun 15 nci maddesinde değişiklik yapılarak, Belediyelerin ekonomik alandaki yetkileri artırılmıştır. Ancak bu hükümler gereği gibi uygulanamamıştır. Belediyeler bu yetkiyi kullanma imkanı bulamamışlardır. Çünkü 1960 yılında 27 Mayıs hareketlerini izleyen dönemde yasama işlemini üstlenen Milli Birlik Komitesi'nce çıkarılan kanunların gerekçeli olmayıp, bu kanun tasarıları üzerinde komitede yapılmış görüşmelerin tutanaklarla belirlenmiş olması karşısında, adli yargı mercileri belediyelerin bu kadar geniş yetki ile donatılmış olduğu anlayışını benimsemedikleri gibi belediyeler de büyük bir örgütlenme ve uzmanlaşma isteyen bu konularda gerektiği ölçüde başarılı olamamışlardır. B - DENETİM İŞLEVİNİN GELİŞİMİ VE TÜKETİCİNİN KORUNMASI Bu başarısızlığı bir başka düzeyde “siyasal erkin tercihi” olarak yorumlayan görüşler de bulunmaktadır.Buna göre: “ Makro düzeyde soruna bakıldığında denetim işlevi ve başarısının siyasal erkin ve sisteme egemen gücün tercihinde düğümlendiği görülür. Belediyenin konumu, kentlerin toplumsal yapısı ve pazarlama düzeni bir ücgen oluşturmaktadır. Bu üçgenin bir köşesini belediye, bir köşesini esnaf kuruluşları,öteki köşesini ise tüketici halk tutmaktadır. Belediye iki uç arasında bir uzlaşı sağlamak zorundadır. Ancak geçirilen deneylerden ortaya çıkan sonuca göre çoğunlukla esnafın yanında yer aldılar. Çünkü esnaf kuruluşlarının temsilcilerinin belediye organlarında ağırlıklı yer aldıkları bir başka gerçektir. Ancak tüketici yararına denetim, kent tüketicisini korumada önemli bir adımdır.” . Nesnel bir gerçekliğe işaret eden bu yaklaşımın, liberal ekonominin ülkemizde giderek benimsenmesini takiben, büyük oranda eskidiği ve günümüz koşullarında “tüketici sağlığı” konusunda yetkiler sürerken “fiyat ve satış ilkeleri” konusunda ilgili odalara yetkilerin devredildiği görülmektedir. Tüketici sağlığı çalışmalarının önemli bir boyutunu gıda kontrolü oluşturmaktadır. Kentte tüketime sunulan her türlü gıda maddesinin fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik analizini yaparak, Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne ve sağlığa aykırı olanların satışına engel olunarak bunları üreten ve satanlar hakkında yasal işlem yapılmaktadır. Gayrisıhhi kuruluşlara verilen açılış izni aşamasında gerçekleştirilen kontrollere de işaret etmek gerekir. Örneğin Almanya'da tüketici koruma açısından en büyük işlevi tüketici kuruluşları görmektedir. Tüketici Birlikler İşbirliği (AGV) isimli üst kuruluş, 38 adet alt tüketici örgütünü bünyesinde toplamıştır. Ayrıca ülke genelinde toplam 250'den fazla danışma bürosu bulunan tüketici merkezleri, mal kalitesi, fiyat ve hizmetler hak-kında sorulan soruları, karşılığında hiçbir ücret almadan cevaplandırmaktadırlar. Bu çalışmalar, devlet ve yerel yönetimler tarafından maddi yönden desteklenmektedir. Tüketicinin korunması, Avrupa Topluluğu politikaları içerisinde de yer bulmaktadır bu konudaki çalışmalardan, “89/665/BEC sayılı konsey direktifi kamuya hizmet ve mal temin edilirken uygulama ve kontratların ve ilgili kanun, tüzük ve idari yönetmeliklerin değerlendirilmesine dairdir” Direktifle kamu alımlarına esas teknik şartnamelerin hazırlanması ve verilen tekliflerin değerlendirilmesinde en azından milli standartlara atıf yapılması ve kamu yetkililerinin standartlara yönelme konusunda teşvikinin temini istenmektedir. Yerel yönetimler açısından da bu standartlar belediye başkan ve diğer personelini şaibelerden ve art niyetli girişimlerden koruyabilir . Belediyelerin bir diğer görevi de tüketicinin sağlık ve güvenliğinin korunmasıdır. Tüketim mallarının taşıdığı risklere karşı tüketiciye hak ve sorumluluklarının tanıtılması, tüketici sağlığına bir zarar gelmemesini sağlayıcı önlemleri almaya yönelik faaliyetler, tüketici güvenliğini oluşturmaktadır. Başta belediye yasası olmak üzere ülkemizdeki birçok mevzuat hükmü bu konuda belediyelere görev yüklemiştir. Öte yandan belediyelerin kentsel tedarik-dağıtım sisteminin son halkasında, süpermarket zincirleri ile tüketicinin karşısına çıkmasının, düzenleme değeri sürekli tartışılmaktadır. Kaldı ki bakkallıkta meydana gelen fiyat artışları, fiyatı oluşturan etkenler içinde en düşük düzeyde olanıdır. Ayrıca tanzim satış mağazaları, sadece dar gelirlilere değil, tüm belde halkına açık olduğundan kaynak kullanımı rasyonalitesi tartışmalıdır. Son olarak belediyelerin denetim yetkileri de “tüketicinin korunması” bağlamında belediyelerin önemli fonksiyonlarından biri olarak ortaya çıkmaktadır. Gerek 1580 sayılı belediye yasası, gerekse sağlık, ticaret ve ekonomi ile ilgili birçok yasa belediyelere denetim konusunda yetki tanımıştır. Belediyelerin tüketicilerin korunmasına yönelik çalışmalarına ağırlık vermesi, hemşehrisini üreticiler ve pazarlayıcılar karşısında yalnız bırakmaması gereklidir . Öte yandan bugün zabıta teşkilatına turizm konusunda da görevler verilmiştir. İl kuruluşlarıyla belediyeler başta olmak üzere benzeri kuruluşların, devlet adına görevli olan resmi ve merkezi turizm kuruluşlarına yardımcı olmaları, gerekli olan alanlarda görev almaları şarttır. Özellikle belediye zabıtasının bu alandaki görevleri Yunanistan'da olduğu gibi daha açık ve yasal bir biçimde olmalıdır. Batı ülkelerinde turizm polisi, ilk olarak 1934'de Avusturya'da kuruldu. Yunanistan'ın da çok önceleri kurduğu turizm polisinden çok yararlı sonuçlar aldığı gerçektir. Bu sonuçlar örnek teşkil ederek, Polis Koleji ve Enstitülerinde polisler için, jandarma okullarında jandarmalar için, büyükşehir belediyelerinde belediye zabıtası için turizm kursları açılması yoluyla turistik eğitim yapılabilir . VI - TOPLUTAŞIM VE OTOPARKLAR SORUNU Kentlerin nüfuslarıyla birlikte büyüyen boyutları, çeşitlenen işlevleri ve karmaşıklaşan ilişki ağları nedeniyle kentsel ulaşım talepleri hızla artmış ve bireylerin hareketlilik isteklerini karşılayacak önemli yatırımların yapılması gerekmiştir .Aynı şekilde ulaşım araçlarında kaydedilen ilerlemeler, kişisel ve toplu şekildeki hareketliliği artırmak suretiyle kentleşmeyi hızlandırmıştır. Artan bir oranda duyulan toplu taşım ihtiyacının kamu hizmeti olarak yerel ve siyasi otoriteler tarafından yürütülmesi zorunluluğu doğmuştur. Özellikle büyük yerleşim alanlarında önemli bir mali yük olarak kendisini hissettiren toplu taşım harcamaları, bu bölgelerin yerel otoritelerinin bütçelerinde önemli miktarlara ulaşmıştır. Bu hizmetlerin yürütülmesi değişik düzeydeki otoritelere çeşitli yükler getirirken, bu hizmetten yararlananlara sağladığı kolaylıklar dolayısıyla da yerleşme alanlarının fiziki anlamda yayılmalarına sebep olmuştur. Bir taraftan belirli bir bölgedeki nüfus yoğunluğu artarken, yine aynı bölgenin yerleşme sınırlarının da genişlediği görülmüştür. A - TOPLU TAŞIMA HİZMETLERİ Nitekim gerek gelişmiş ülkelerde gerekse gelişmekte olan ülkelerde, büyük yerleşim alanları olan şehirler, ulaşım hizmetlerinin etkinliği oranında genişler ve metropolitan alanları meydana getirir. Çünkü bu hizmetten yararlananlar ancak ulaşım hizmetlerinin etkinliği oranında çalıştıkları şehir merkezinden uzakta bulunan çevre-şehir gibi yerleşim alanlarında yaşamayı göze alabileceklerdir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde, kişisel ulaşım araçları ile ulaşım yerine, toplu taşım araçları ile ulaşım daha fazla önem taşır . Türkiye'de şehir içi ulaşımda toplu taşım yeni bir olgu olmamakla birlikte, konu üzerinde tartışmaların, çalışmaların yoğunlaşması son yıllarda olmuştur. Önceleri bu konu belediyelerin sorunu sayılmış, hükümetler tarafından üzerinde durulmamıştır. Bu durumun ilginç göstergesi Beş Yıllık Kalkınma Planlarıdır. Birinci ve ikinci planlarda konunun adı bile geçmezken, 1973-77 dönemini ihtiva eden üçüncü planda “şehirleşme” konusu incelenirken bir durum belirlemek gayesi ile “şehir içi ulaşım”dan sözedilmektedir. 1978-82 dönemini içine alan dördüncü planda ise konuya ilişkin ilkeler ve politikalar belirlenmiştir. Otobüs özel yolları yapımı, Ankara ve İstanbul metrolarına başlanılması öngörülmüştür. Ülkemizde bugün şehiriçi ulaşımda dünyada kullanılan birçok araç kullanılmakta, bunun yanında Türkiye'ye has “dolmuş” da bir ulaşım aracı olarak yerini almaktadır . Özel oto kullanımının artmasıyla büyüyen çevre sorunları karşısında, Almanya ve İsveç gibi yaygın özel oto kullanımı olan ülkelerde bile otobüs sayıları artmıştır.Ancak otobüs taşımacılığının yarar ve sakıncaları birarada değerlendirilmelidir. Otobüs taşımacılığında ortalama hız düşüktür, zaman tarifelerine tam uyum sağlanamamaktadır ve donanımları pek gelişmemiş otobüslerde ayakta taşınan yolcu sayısı fazladır. Buna karşın otobüs en küçük ebatlı toplu taşım aracıdır. Küçük ebat ve genel karayolu ağının bütün kesimlerinde kullanılabilme özelliği otobüsün bütün şehir alanını kapsayabilmesini sağlamaktadır. Otobüs taşımacılığı organizasyonu, hem az yatırım gerektirmekte, hem de basit bir planlama ile başarılabilmektedir. Otobüs taşımacılığı planlamasının, bir terslik ortaya çıktığında kolayca değiştirilebilme özelliği vardır . Bunun yanında zamanla otobüs sisteminin de yetersizliği görülmüşse de harekete geçme uzun zaman almıştır. Bütün Avrupa'da gözlenilen bu yönelişin bir nedeni de Dünya Bankası'nın tercihi olabilir. Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası veya kısa adıyla Dünya Bankası, başlangıçta, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tahrip olmuş ülkelerin yeniden imarı için bu ülkelere yönelik uluslararası sermaye akışlarını hızlandırmayı amaçlamıştır. Ancak gelişen ve hızla değişen dünya ekonomisi, banka amaçları arasındaki öncelikleri de değiştirmiştir. Kredi politikalarında da bu değişim geçerlidir. Kırsal ve kentsel kalkınma projeleri ağırlıklı olarak 1980'li yıllardan sonra proğrama alınmıştır. Bankanın ulaşım sektörüne açılan kredilerinin yarısı otoyol, dörtte biri demiryolu, altıda biri ise liman ve su yollarının yapımına gitmiştir . Dünya Bankası genellikle otobüs taşımacılığına ağırlık vermiş ve birçok merkezde yapılmış metroların ise boyutlarının abartılı ve büyük olduğu, mali olarak da sorun yarattığını vurgulamıştır. Ancak geliştirilen çalışmalar sonrasında metro ve otobüs ulaşımı arasında hafif raylı sistemlere de yönelmiştir. Hafif raylı sistemlerin Dünya Bankası çalışmasına göre üç önemli avantajı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kapasite değişimini fazlasıyla karşılayabilecek bir sistem olmasıdır. Hafif raylı sistemlerle saatte on bin yolcu taşınabileceği gibi kırk bin yolcu da taşınır. Aynı zamanda yatırım konusunda da esneklik sağlamaktadır. Düşük ilk yatırımla başlayıp daha sonra basamak basamak sistem yükseltilebilir. Üçüncüsü de şebekeyi seçerken değişik teknolojik ürünlerden yararlanarak, talebe göre şe-bekelerin belirli bölümlerini farklı farklı yapıp bu şekilde ekonomik bir model sağlanabilmesidir . Ancak burada bir noktaya işaret edilmektedir. Genellikle gelişmiş ülke büyükşehirlerinde metronun gereksiz abartılı olduğu kanısına varılabilirse de buralarda şehir büyümemekte ve yeniden yapılanmamaktadır. Oysa “şehirleri sürekli büyüyen üçüncü dünya ülkelerinde yapılacak metrolar farklı yargıların gelişmesine sebep olabilir” . Gelişimlerin seyrine karşın 1950'ler ve 1960'larda şehirlerin hızlı gelişimi ve oto kullanımının artması neticesinde, cadde ve yol ihtiyaçlarının karşılanması planlama gayelerinin en önemlilerinden biri haline gelmiştir. Trafik düzenlemeleri tüm belediyelerin şehir planlarında ana unsur olmuştur. Bu dönemde toplu taşımın gereklerine önem verilmemiş, tersine asıl ilgi özel otoların yer ihtiyaçları üzerinde yoğunlaşmıştır. Özel otoların artışı, yaşam seviyesinin artışı olarak yorumlanmıştır. Mesele şehir planlamasının bu artışa nasıl ayak uyduracağı olarak ele alınmış, “şehir planlaması özel otolar için avantaj, toplutaşım için dezavantaj sağlar hale gelmiş ve 1970'lerle birlikte toplum gerekleri ortaya çıkmıştır” . Anlatılan sürecin ülkemizde yaşanması daha da uzun bir süre almıştır. Ortaya çıkan ulaşım sorunlarına kısa vadeli ilk yatırım, tutarı göreli olarak daha düşük ve kolay uygulanabilen karayolu çözümleri ile yaklaşılmış, yollar genişletilmiş, yeni bağlantılar yapılmış ve yol kaplamalarının yenilenmesiyle yetinilmiştir. Raylı taşım içeren çözümler ise yüksek ilk yatırım tutarına ulaşan ve uzun vadede gerçekleştirilebilen projeler olarak kısa dönemde getiri bekleyen politikacıların benimsediği bir seçenek olmamıştır. Tüm bunların ötesinde gündeme gelen kentsel raylı taşım yatırımlarının gerçekleştirilmesinde uygulanacak karar süreçlerinin belirsiz ve karanlık oluşu da geciktirici bir etmen olarak ortaya çıkmıştır. İs-tanbul, Ankara, Konya gibi örneklerde, ulaşım, planlama, tasarım, onay, yapım ihalesi, finansman aşamalarında ayrı yollar, yöntemler benimsenmiş ve farklı aşamalardan geçilmiştir . Kaldı ki gündeme alınan projelerin mantığı ve ufku takdirle karşılanmakla birlikte, gerek finansman gerekse teknik boyutları yukarıda değinilen karar süreçleri standardizasyonunu daha da önemli kılmaktadır. Örneğin Ankara bünyesindeki proğramlardan,8.725 km. uzunluğunda, 11 istasyon ve 1 depo işçilik alanından oluşan Ankaray Projesi ile Kızılay-Batıkent güzergahını kapsayan 12 istasyon ve toplam 14.64 km. uzunluğundaki Raylı Toplu Taşım Sistemi (Ankara Metrosu Birinci Aşama) projeleri önemli projelerdir. Ankara metrosunun yapım sözleşmesinin bedeli 241.285.000 Kanada doları, 281.985.000 ABD doları, 13.942.000 Alman markı, 65.900.000 İngiliz sterlininden oluşan bir kur paketi olarak benimsenmiş ve birçok kredi kaynağı kullanılmıştır. Öte yandan önce Yap-İşlet-Devret sistemi öngörülmüşken daha sonra anahtar teslimi uygulamasına geçilmiştir . Herhangi bir kente önerilecek bir ulaşım yatırımının hangi teknik çalışmalarla ortaya konacağı, hangi aşamalardan geçerek,hangi düzeylerde nasıl tartışılacağı, hangi ölçütlerle kim tarafından değerlendirilip onaylanacağı, hangi kaynaklarla nasıl finanse edileceği, nasıl uygulamaya konulacağı konularında yasal belirsizlikler ve karmaşa bulunmaktadır. Sorunların çözümü için gerçekleştirilmesi gereken yatırım projelerinin akılcı ve bilimsel yöntemlerle hazırlanması, demokratik bir şekilde tartışılıp geliştirilebilmesi için karar süreçlerinin adım adım tanımlanması gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde doğru projelerin zamanında ve ekonomik bir şekilde uygulanamayacağı, kentlerarası dengesizliklerin ve kaynak savurganlığının giderek büyüyeceği açıktır . 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkındaki Kanunun, bu sürecin bir unsuru olarak tanımladığı Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) ise 1985 yılında çıkarılan yönetmeliği ve ilk dönem ilgili toplantıları sonrasında gereken aktiviteye ve etkinliğe ulaşamamıştır. Merkezin görevleri, belediye sınırları içinde, ? Taşımacılık hizmetlerinin koordinasyonunu sağlamak, ? Toplutaşım hat, güzergah, kontenjan ve durak yerlerini saptamak, ? Ulaşım planını yapmak, yaptırmak, ? Taşıma araçlarının zaman ve bilet tarifelerini belirlemek, ? Taşımla ilgili diğer yönlendirici kararları almak olarak çizilmiş ise de bu tablonun yukarıda ısrarla vurgulanan “karar süreçleri”ni tam olarak içermediği görülmektedir. Öte yandan ulaşım sistemi bir bütün olarak ele alınmalı, toplutaşım önceliği durumunda bile, örneğin araç girişinin yasaklandığı bir bölgede yasak hattına kadar gelen özel araçlara burada otopark imkanını sağlamak ayrı bir gerekliliktir. Kaldı ki toplu taşım ya da bireysel taşımacılık duruma veya zamana göre bireysel tercih konusu olabilir. Bu ikisinin iyi bir şekilde kombinasyonunu sağlayabilmek için entegre bir ulaştırma sistemi kurulmalıdır. Toplutaşımın çekici hale getirilmesi tercihinde ise, taşıma süresini mümkün olduğu kadar kısa sürede sağlayabilmek, düzenli yapabilmek ve olabildiğince konforlu hale getirmek gerekmektedir. Bunu yapabilmek için de ulaşım ağının, istasyonların yerlerinin çok iyi tasarlanması yanında, uygulanan tarifenin tek tip bir tarife olması ve zaman çizelgesinin çok iyi bir şekilde işlemesi gerekmektedir. Dolayısıyla belirli bir otoriteye bağlı olan alanda çalışan değişik ulaştırma kurumlarının aralarında eşgüdüm sağlanmalıdır. Örneğin Almanya'da, ulaştırma otoritesi 20 değişik şehre hizmet vermek zorundadır. Bu da 7-8 milyon kişiye hizmet vermek anlamına gelir. Dolayısı ile bu 20 şehrin ulaştırma konusundaki uzman ve yetkili kişilerin enstitülerinin eşgüdümünün sağlanması gerekmektedir . Benzer bir örnek olarak Paris'i (ILE DE FRANCE Bölgesi) de gösterebiliriz. Paris bölgesi 12.000 km2 lik bir yüzölçüme yayılmıştır. Yaklaşık 10 milyon kişiyi biraraya toplamaktadır. Şehir alanını karkterize eden iki ana özellik vardır: 1-Paris şehrinin bulunduğu merkezde 100 km2 de 2.2 milyon nüfus gibi yüksek bir nüfus yoğunluğu vardır. Bu yoğunluk merkezden uzaklaştıkça azalır. 2-Nüfusun % 20'sine karşın alışveriş tesisleri, idari binalar,sağlık, kültür ve öğretim kurumları ve iş merkezlerinin ise % 40'ı Paris merkezinde yoğunlaşmaktadır. Bu dengesizlik önemli bir trafik akışıyla sonuçlanır. Günde 19 milyon motorlu araç seyahati olmaktadır. Paris'e giren, çıkan ve içinde yapılan seyahatlerde trafiğin % 61'ini kamu taşımacılığı oluşturmaktadır. Ulaşıma olan bu talep üç işletmeci tarafından işletilen çeşitli kamu taşımacılık şebekelerinin varlığıyla karşılanır. Her ikisi de kamu işletmeleri olan RATP ve SNCF ile yaklaşık altmış özel şirketin oluşturduğu iki birlik (bunlar Paris bölgesindeki bütün kamu ulaşım seferlerinin sadece % 5 ‘ini kapsarlar). Bu işletmeciler altı ulaşım türünü işletirler: SNCF banliyö demiryolu hatları, RATP ve RER metro hatları, RATP Paris Otobüs Ağı, RATP Banliyö Otobüs Ağı ve Özel Çevre Banliyo otobüs ağı. Bu çeşitli alt ulaşım ağlarından her biri özellikleri, kendilerine özgü yönleri ve özel fonksiyonları ile birbirlerini tamamlarlar. İle de France bölgesinde faaliyet gösteren şirketler bu iş için özel kurulan bir makam olan Paris Taşımacılık Bilrliği (STP)'nin emri altındadır. Bu kamu tüzel kişisi mali açıdan bağımsız fakat idari yönden ulaştırma bakanlığına bağımlıdır. Yönetim kurulu on devlet temsilcisiyle on yerel yönetim temsilcisinden oluşur. Paris Ulaşım Birliği toplu taşım hizmet ve güzergahlarının tanımlanmasından, işletmecilerin seçilmesinden, ücretler, işletme yöntemleri ve yatırım planlarının koordinasyonunun yanısıra ilgili fizibilite çalışmalarının onaylanmasından da sorumludur. Özetle çağdaş bir sistemde,ulaşım sistemiyle kent gelişmesi arasındaki tutarlılık, fiziksel entegrasyon, proğramlama, ücretlerin entegrasyonu, yönler ve yolcu danışma unsurları önem arzeder . B - OTOPARKLARIN ÖNEMİ Ulaşım sorunu irdelenirken, otopark konusunun ihmal edilmesi mümkün değildir. Büyükkent insanlarının bir çoğunun bedensel ve ruhsal sağlık yapılarını etkileyen unsurlardan biri de trafik ve park konusudur. Evinden işine binbir güçlükle gelen insanın sinirlerinin bozulmaması, bunun da işine ve dolaylı olarak verimine etki yapmaması olanaksızdır. Bir şehircinin New York'la ilgili olarak verdiği örnek, birçok büyük şehirde bugün yaşanmakta olan tabloyu özetlemektedir:”Otomobilleriyle işlerine gitmenin güçlüğünü, hele parketmenin imkansızlığını bilen milyonlarca New York'lunun, tıklımtıklım dolu gelen metro vagonlarına binme çabaları ve bu sırada çıkan tartışmalar, onur kırmalar, kavgalar” Bugün merkezlerde yığılma yaşanan her büyük şehirde, insanların yürüme hakkını ve imkanlarını zedeleyen kaldırım işgalleri, zaten yeterli olmayan cadde ve sokakların bir de park eden otomobillerle doldurulması ve daraltılması büyükşehir yaşamının en tipik göstergeleridir. Şehrin nüfusunun artması ve taşıt sayısındaki çoğalma ile yollar için ayrılacak toprağın önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır .Trafikteki yoğunlaşma bir yandan kendi ihtiyacı olan toprağa talebi yükseltirken, bir yandan da ulaşımın gerektirdiği tesislere yer ayrılması, otoların park yeri ihtiyaçları, yayalar için gezebilecek, alışveriş edebilecek yerlerin miktarını sınırlayıcı etkide bulunmaktadır. Şehir içinde özellikle merkezi alanlarda toprak talebinin yüksekliği fiyatları olabildiğince artırdığından, otolar için geniş çapta otoparklar yaptırmak belediyeler için sorun olmaktadır. Bu hususunda değişik üretim projeleri ile ciddi olarak ele alınması gerekmektedir. VII - SOSYAL VE KÜLTÜREL FALİYETLER Kentlerde giderek önem kazanan bir başka faaliyet alanı ise sosyo-kültürel ortamın gelişmelerinin bilincine varabilmek ve belde halkına bu konuda yardımcı olacak tutarlı bir politika izleyebilmektir. Tek tek ülkeler ve genel olarak dünya açısından kentleşme olgusunun önemi, onun şu iki özelliğinden kaynaklanmaktadır: 1-Birtakım ekonomik ve toplumsal süreçlerin işlemesi ile ortaya çıkan bir sonuç olması, 2-Toplumsal değişme sürecini etkileyen bir öge olması . A - KENTLEŞME VE SOSYALLEŞME ETKİSİ Kentleşmeyi geniş anlamda, ekonomik gelişmeye koşut, toplum yapısında iş bölümü, uzmanlaşma ve örgütlenmeyi artıran, insanların dünya görüşlerinde, değer sistemlerinde ve davranışlarında köklü değişmelere yol açan bir gösterge olarak ele alanlar çoğunluktadır. Toplum yapısının giderek karmaşıklaşması, yönetenler ile yönetilenler arasındaki iletişimin zorlaşması ve sınıflar arası çatışmaların daha da keskinleşmesi sonucunda, ”çağımızda büyük kentler, bunalımın, huzursuzluğun, yabancılaşma ve şiddetin beşiği olmaktadır” . ”Siyasal ve ekonomik bunalımın bir bakıma değişmez göstergesi olan sağlıksız kentleşmenin, şiddeti kolaylaştırdığı”, toplumsal sorunların ağırlığının “şiddet potansiyeli yaratması yanında, büyükkent ortamının eylemciye hareket ve saklanma kolaylığı sağladığı da ortadadır” . Kentçilik-biyoloji ilişkisi ile oluşturulan kuramlarla olayları açıklamaya çalışan bilim adamlarına göre, “insanın ilk çağlarda doğal ortamda yaşamı sürdürmeye izin vermiş olan içgüdüsel saldırganlık yerini, kentleşme ve çalışmanın uzmanlık dallarına ayrılması bireylerin birbirinden kaçmasına olanak tanımadığı, herkesi birbirine bağladığı gün duygusal saldırganlığa bırakmıştır” .Aynı paralelde, “Toplumsal sınıfların kent aracılığıyla birbirlerinden ayrılmaları çok erken gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda, her biri kendine özgü bir topluluk yaşamına sahip mahalleler doğmuştur. Kentin işlevsel yozlaşması olarak tanımlanabilecek bu gelişimin sonucuna göre,kimi saldırgan davranışlardan kentleşmenin kendisi değil, sınıflı toplumsal-tutum bilimsel yapıdan kaynaklanan belli bir tür kentleşme sorumludur” . Sadece kentleşme-şiddet ilişkisinde değil, yaşamın diğer birçok alanında da kentleşmenin etkisi bulunmaktadır. Kentleşme sürecinde insan tutum ve davranışlarında meydana gelen değişmelerin, kuşkusuz çok sayıda “bağımsız değişken”i bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri, kentte kalış süresi ve gelir düzeyidir . Buna göre kente göç edenler, kentte kalış süreleri arttıkça daha özgür düşünebilen ve çeşitli konulardaki tercihlerini nesnel sınıf koşullarına uygun bir biçimde yapabilen insanlar durumuna gelmektedirler. Kentleşme bu anlamda bir “okul” durumundadır. Bu okul iyi değerlendirildiğinde ve giderek artan kentsel nüfusun yarattığı toplumsal baskı uygun önlemlerle desteklendiğinde Türkiye'de toplumsal değişmeyi olumlu yönde etkileyecektir . “Türkiye'de işçilerin siyasal ve idolojik yönelimleri ile kentsel küçük burjuvazinin maaşlı-memur bölümünün siyasal ve ideolojik yönelimlerinin birbirlerine yakınlaşma eğilimi içinde oldukları “ ifade edilmektedir. Bu da siyasal partilerin söylem yelpazelerini genişletmelerine yol açmaktadır. Kentleşmenin bu dinamiği siyasal parti söylemlerine de yansımaktadır. Sol ideoloji ve söylemde kendine yer bulan “yabancılaşma”, ”göreli yoksunluk”, “gecekondu edebiyatı” gibi yaklaşımlar diğer görüşler içerisinde de yerini almıştır. Bugün yerel yönetimde ağırlıklı bir yere sahip bulunan Refah partisinin 1991 genel seçiminde kullandığı siyasal reklamlar üzerine yapılan bir araştırma şu sonucu vermektedir: “Toplumsal hereketlilik ile birlikte oluşan sosyo-ekonomik ve demografik değişmelerin etkilediği siyasal sonuçlarda, toplumsal hareketlilikten kaynaklanan unsurlar arasında kentleşme ve dikey toplumsal hareketlilik dolayısıyla değişen sosyo-ekonomik statü ve meslek kümeleri farkları da bulunmaktadır. Bu nedenle kentlerin ve metropollerin hem sol hem de radikal sağ oylara kaynak oluşturduğunun anlaşılması seçilen söylemleri etkilemiştir” . Nitekim birinci uygulama yılı sonunda yapılan açıklamalarda, Ankara Büyükşehir Belediyesi için,”başkentlilerin çeşitli sosyal etkinliklerle kaynaşması yanında, kentte yaşayanların ortak tarihi ve kültürel değerlere sahip çıkmalarını sağlayıcı faaliyetler” arasında”Uluslararası Bosna-Hersek Konferansı, mehter dinletileri, kentin değişik noktalarında geleneksel çini sanatı örneklerinin sergilenmesi” gibi örneklerde siyasi yaklaşımların izlerinin bulunduğu görülmektedir. Belediye-eğitim ilişkisine gelince, yerel toplumun ekonomik,toplumsal, siyasal, kültürel alanda kendisini varettiği, geliştirdiği belediyelerin, gelişme, yenileşme ve çağdaş bir belediyecilik anlayışını yaşama geçirme sorunu yalnızca yerel yönetimlerin yeniden düzenlenmesi sorunu değil, aynı zamanda belediye çalışanlarının ve yerel toplumun eğitimi sorunudur da . Genelde belediyecilik, özelde belediye yönetimi bir uzmanlık alanı olarak ayrı bir öğretim ve eğitim konusunu oluşturmaktadır. Ülkemizde belediyelerin yetenekli personel seçebilmeleri için belediyelere eleman yetiştiren okullar yoktur. Son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Belediyecilik Meslek Liseleri açılmıştır. Ayrıca üniversitelere bağlı mahalli idare yüksekokulları açılması öngörülmektedir.Açık öğretimde önlisans olarak yerel idarelere yer veren özel bir bölüm vardır. Belediyelerin yetişmiş eleman açığını gidermek için çeşitli kuruluşlar hizmet içi eğitim yapmaktadırlar.Ayrıca örneğin Fransa uygulamalarından hareketle, yerel idareler personeli için ulusal düzeyde bir örgütlenme gerçekleştirilebilir.. Yapılan bazı araştırmalara göre: “Eğitim düzeyleri, meslekleri, bilgi ve deneyimleri açısından bakıldığında seçimle işbaşına gelen belediye organlarında görev alan kişilerin ayrı bir uzmanlık konusu olan belediye yönetimini etkin ve verimli biçimde yönetmeleri için sistem elverişli de-ğildir. Aynı gözlem belediyelerin atanmış üst, orta ve alt basamaklarındaki yöneticileri ve çalışanları için de geçerlidir.” Öğrenme, bir kişi, grup veya örgütün yeni davranışlar kazanmasında temel bir etkendir. Buradaki anlamıyla öğrenme, kişi, grup veya örgütün çevresinde meydana gelen değişiklikler sonucunda ortaya çıkar. Önceden sahip olunan bilgi, beceri, tutum ve davranış kalıpları, değişen çevre koşulları karşısında ortaya çıkan yeni yapı, süreç ve faaliyetlerle uygunluk içinde olmayabilir. Yeni düşünce yöntem ve tekniklerinin oluşması ve uygulanması, hem kişinin, hem de”sosyal bir öğrenme sistemi” olarak örgütlerin öğrenmesiyle gerçekleşebilecektir . “Bu çerçevede sorunlara yaklaşımın ilk koşulu, kentleşme ve kentlileşme bilincinin her kesime kazandırılmasıdır. Bu ise gerek kentli olma niteliklerinin tanımlanmasına, gerekse bu tanımlamalara uyum sağlayacak bireylerin eğitilmesine bağlıdır. Eğitim düzeninin ve sisteminin kurgusunda ise kaçınılmaz görünen husus, artan kentli nüfusun -yeni kentli olma isteminde ve zorunda olan nüfusun- kurulacak bilinçlenme düzeninde rol almasına bağlı olduğu kadar, söz konusu bilinci elde etmiş kesimin eğitimci rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğunu kabul etmesine bağlıdır. Zira ancak böyle bir işbölümü ve ortaklaşa uyum arama yolu, kullanılacak zamanın kısalmasına, kırsal kesim yerleşmelerinin yeni yapı ve donatımlara kavuşmasına olanak sağlayacak, fakat aynı zamanda yoğun insan yerleşmesi olan büyük merkezlerdeki otorite, güç dağılım düzeninin kurulmasında ve toplumsal rollerin fiziki çevre içinde birbirini tahatsız etmeyecek bir düzen içinde her birey için toplum çıkarları bakımından kabul edilebilir bir dengeye kavuşmasında olumlu sonuçlara ulaşılabilecektir” . B - SOSYAL VE KÜLTÜREL FAALİYET ALANLARI Yukarıda değinilen sorunları çözmeleri yanında yerel yönetimler, eğitim, kültür gereksinimlerini karşılamak amacıyla yerel toplumun değerlerini, geleneklerini yaşatmak, geliştirmek, yenilerini yaratmak işlevini yüklenebilir olmalıdırlar. Ayrıca büyüklüklerine, akçal olanaklarına göre, kimi farklılıklar olmakla birlikte, yerel yönetimler her basamaktaki örgün eğitim kurumlarıyla ilgili kimi sorumlulukları, yerel halkın destek ve katkısını da sağlayarak daha nitelikli biçimde karşılayabilir. Halk eğitimi açısından önemli bir konu da kırdan gelip kente yeni göçmüş olanların kentsel yaşama uyum sağlamada karşılaştıkları sorunların çözümüdür. Bunların kentsel mesleklere yöneltilmeleri, eğitilmeleri, işlendirilmeleri, kentle bütünleşmeleri, kısacası kent kültürünü benimsemeleri, özümsemeleri, yaşama geçirmeleri için halk eğitim etkinlikleri gereklidir . Bu konudaki önerilere göre : “Yetişkin kent göçmeninin yeniden sosyalleşmesi iş alanında gerçekleşirken, çocuklarınki okulda gerçekleşmektedir. Aile ve aile içinde anne, çocuğun sosyalleşmesinde ilk belirleyicidir. Bu açıdan annelere yönelik bilgi ve beceri kursları ve annenin eğitimi çocuklara da yansıyacaktır. Kadının bilinçlendirilmesi ve kent kültürünü edinmesi konusunda gönüllü kuruluşlar özendirimeli ve yerel yönetimlerin işbirliği ile yönelim kursları düzenlenmelidir. Meslek eğitimi kursları da düzenlenmeli, meslek eğitimi içinde kent de yaşamanın kuralları ve davranış biçimleri özendirilerek sunulmalıdır” . Öte yandan örneğin TÜSİAD tarafından yayınlanan Yerel Yönetimler isimli 1995 tarihli raporda, “eğitim hizmetlerinde yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının artırılması” yolunda bir görüşe varıldığı görülmektedir. Yerellik unsurundan eğitimde yararlanılması çerçevesinde geliştirilen bu konu MEB denetimindeki özel eğitim kurumlarında sağlanan olumlu gelişmelerle de örneklendirilmektedir . Örneğin İsveç'de çocukların bakımına ayrılmış yapılarla okul yapılarının kullanımı, türlü hemşehri kümelerine hizmet veren kurumlarda eğlence için ayrılmış fonların kullanımı göçmen gençlerin ve çok çocuklu ailelerin konut çevrelerini iyileştirme için kültür, eğitim ve toplumsal gönençle ilgili dairelerde çalışanlardan oluşturulan ortak komisyonların çalıştırılması, okul yapılarından yararlanan gençlerin oluşturduğu kümeler için hazırlanan özel proğramlar alt düzeydeki belediyelere bırakılmışlardır.Görülüyor ki bir anakent belediyesinin kendi sınırları içinde desantralize edilmekte olan kamu hizmetleri daha çok, eğlence ve kültür hizmetleri, semtlerin yenilenmesi, çevre koşullarının iyileştirilmesi ve yaşlıların bakımı gibi konulardır . Bu arada sanatsal faaliyetler de ya bizzat belediyeler tarafından organize edilmekte veya organizasyonlara iştirak etmek ya da destek vermek şeklinde girişimlerde de bulunulmaktadır. Şiir, öykü,karikatür, tiyatro metin yazım çalışmaları, sinema v.b. festival organizasyonları ve sanat galerileri, kültür merkezi yapma veya mevcut salonları kullandırma gibi aktiviteler sürdürülebilir. Belediyelerin toplumla kucaklaşmasını sağlayan beklenti-sunu ilişkisini iyi kurmak ve gereksinimlere uygun çözüm üretebilmek yerel yönetimlerin çevrelerini bilme gereğini doğurur. Bir örgütlenme biçimi olarak yerel yönetim üç çevresel alanla sınırlanmaktadır. Bunlardan birincisi içinde yeraldığı genel ekonomi, eğitim düzeyi, yasal politik çerçeve ve sosyo-kültürel kategorilerden oluşan genel kültürel yapı ve bunların yerel yönetimler üzerindeki etkilerini ifade eden makro çevredir. İkincisi, makro çevrede bulunan çeşitli kuruluşlar ile dernekler, siyasal partiler, çıkar grupları v.b. nin oluşturduğu talep çevresidir. Üçüncüsü ise merkezi ve bölgesel kuruluşların yerel yönetimin amaç saptaması ve günlük işleyişi üzerindeki etkilerden oluşan görev çevresidir . Karar biriminin çevreyi bilmesi, anlaması diğer üç boyutu karmaşıklık, farklılaşma ve kararsızlık (istikrarsızlık)- denetleyemese de, belirsizliği göreli olarak azaltabilir. Bunun için ise çevreyi bilmeyi mümkün kılacak yönetsel mekanizmaların geliştirilmesi ve işletilmesi gerekir. Halkla ilişkiler karar birimine gerekli bilgileri sağlayarak, belirsizliği gidermede yardımcı olacak temel mekanizmalardan birini oluşturmaktadır. Bir yönetim anlayışı ve süreci olarak halkla ilişkilerin ve kanaat araştırmalarının, olayların ve sorunların doğasını ve ortaya çıkışını tahmin etme yeteneğini sınırlayan çevresel belirsizliğin giderilmesine katkıda bulundukları ve bu nedenle yerel yönetimlerin amaçlarının gerçekleşmesinde yardımcı oldukları kuşkusuzdur. Elde edilen veriler, yerel yönetim-halk, yerel yönetim-ulusal yönetim bütünleşmesini sağlamada, karar verme ve etkililiğin geliştirilmesinde ve duyarlılığın gerçekleşmesinde olduğu kadar, kamuoyunun yeniden oluşmasında (ve oluşturulmasında) da yardımcı olarak halkla ilişkilerin çok yönlü bir işlev görmesini sağlamaktadır . ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ VE YEREL YÖNETİMLER I - KÜRESELLEŞME VE YERELLEŞME AKIMLARI Toplum, siyaset ve yönetim bilimlerinde, son on yıl içinde en çok kullanılan sözcüklerin başında küreselleşme geliyor. Küreselleşme ile gerçekte yeryüzündeki farklı yörelerin, halkların, ideolojilerin ve ekonomik sistemlerin birbirlerine yakınlaşması, bir bütünleşme sürecine girmiş olmaları anlatılmak istenmektedir. Dünyanın tek olduğuna ilişkin değerlendirmeler 1970'lere dayanır. Rene Dubos gibi çevreciler,”Tek bir dünyamız var” (Only one earth) gibi sav sözlerle, dünyanın birliğine, çevre değerlerinin küreselleşmeyi özendirici etkisine dikkat çekiyorlardı. Bu söz, uzun süre uluslar ve ekonomik sistemler arasındaki başkalıkları göz ardı edercesine, ideolojilerin artık son bulduğunu, kuşkusuz abartmalı olarak, vurgulama görevini üstlenmişti. Bu nedenle de uluslararasında, birleştirici, bütünleştirici bir kavram olarak algılanmayı başardı. Öte yandan, iletişim alanındaki ilerlemeler, bir başka deyişle bilimsel ve teknolojik devrim de dünya ekonomisinin küreselleşmesi doğrultusunda önemli katkılar yapmıştır. Son olarak küreselleşme sürecini sosyo-kültürel ve siyasal alanda çoğulculuğun, renkliliğin ve çok sesliliğin bir anlatımı olarak tanımlamak da mümkündür. Ancak dünya sisteminin ayakta kalabilmesinin ve küreselleşme sürecine koşut olarak gelişebilmesinin ön koşulu kendisini oluşturan birimlerin, yani egemen ve bağımsız devletlerin özerklikleriyle kendi bütünlüğü arasındaki ahengin sağlanabilmesidir. Bağımsız devletlerin birlikteliği, bütünleşme ile farklılığı bağdaştırma şansına sahip bir yapılanmanın temel ilkesidir. Ayrıca çevre bilinci, yalnız küreselleşme doğrultusunda değil yerelleşme yönünde de etkide bulunan bir faktördür. İnsanlar, içtikleri suyu, soludukları havayı, doğal değerlerini, yaşadıkları semtlerin, kasabaların, kentlerin ve bölgelerin kalitesini ve yaşam standartlarını kirleticilere karşı korumak amacıyla daha kolay bir araya gelebilmekte ve birleşebilmektedirler. ”Küresel düşünmek, yerel davranmak “ (Thinking globally, acting locally) yerelliğin bu olumlu yönünü ve yerellikle küresellik arasındaki zorunlu ilişkiyi anlatan bir sav sözdür . Diğer yandan insanoğlu, sorun çözme yöntem ve araçlarına kazandırdığı güçle, değişme ve gelişme hızını da ivmelemektedir . Küreselleşmeye değinen kitaplar, günümüzde gittikçe daha çok insanın birbirleriyle daha yakın bağlantı içine girdiklerini, ancak milyarlarcasının da, farkında bile olmadan büyük uzaklıklar ötesinden yaşamlarını değiştirmekte olan “küresel ağlara takıldıklarını” ifade etmektedirler. Dünya küçülmekte, ama bütünleşmemektedir. Ekonomileri birbirine yaklaştıkça uluslar, kentler ve bölgeler birbirinden ayrılmaktadır. Küresel ekonomik bütünleşme süreci, politik ve sosyal dağılmayı hızlandırmaktadır. Aile bağları kopmakta, yerleşik otoriteler sarsılmakta, yerel toplum bağları zorlanmaktadır. Uluslar da tıpkı hücreler gibi bölünerek çoğalmaktadır . Bu gelişimler ülkeleri bölgesel entegrasyonlara itmektedir. Ancak bu konuda, söz konusu hareketlerin küreselleşme eğilimi karşısındaki konumuna dönük süregelen bir tartışma yaşanmaktadır. Bölgesel entegrasyonların, küreselleşme sürecinin aleyhine işlediğini savunan görüş çerçevesinde; Bölgesel entenrasyonlarda üye ülkelerin bir çok açıdan benzer olmaları nedeniyle, çıkarların büyük ölçüde birbirine paralel olacağı, üstelik üye sayısının global platformlara oranla az olması nedeniyle, karar alma sürecinin daha etkin biçimde işleyebileceği savunulmaktadır. Dolayısıyla bölgesel entegrasyonların ülkelere daha somut yararları daha kısa vadede sunabilecek olması nedeniyle, ülkelerin tercihlerini giderek global mekanizmalardan bölgesel mekanizmalara doğru kaydıracakları öne sürülmektedir . Bu görüşün ulaştığı sonuç , dünya ülkelerinin çeşitli gruplar altında toplandığı çok kutuplu bir sisteme doğru gidilmekte olduğudur. Bu kutuplaşmalardan başlıcalarının;Avrupa Birliği, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) olacağı iddia edilmektedir. Bu sistemde görüşmeler, ülkeler arasında değil ülkelerin üye oldukları bölgesel entegrasyonlar bünyesinde gerçekleştirilecektir. Karşıt görüş ise bölgesel entegrasyonların globalizasyon sürecine katkıda bulunduğu tezi üzerine kuruludur. Bu teze göre, teknolojik olanakların gelişmesi ve mevcut üretim yapılarının ulusal sınırlarla kısıtlı olmaması sayesinde, ülkeler arasındaki ticari ilişkiler ve karşılıklı bağımlılık geri dönülemez biçimde kuvvetlenmektedir. Bu aşamadan sonra normal koşullarda ülkelerin yeniden içlerine kapanmaları ve ithal ikamesine dayanan politikalar izlemeye başlamaları beklenemez. Bölgesel entegrasyonların,kimi zaman global mekanizmalara göre daha etkili çözümleri daha kısa sürede üretebildikleri doğrudur. Dolayısıyla ülkeler kısa vadede bu tür çabalara girmeyi tercih edebileceklerdir. Ancak bölgesel entegrasyonlar küreselleşme hareketleri için bir labaratuvar oluşturmak-tadır. Üstelik bölgesel entegrasyonlar, ülkelerin dışa açılmasını, karşılıklı bağımlılık ve ortak çıkarların ortaklaşa savunulması fikirlerini benimsemelerini ve sanayilerin dış rekabete hazırlanmasını sağlayarak küreselleştirmeye alıştırıcı işlev görmektedirler . Özetle her iki görüşün de haklılık payı bulunduğu ve karşılıklı etkileşimin sözkonusu olduğu belirtilmelidir. Yeni dünya düzeni, bir yandan gelecek yüzyılın dünyadaki ulusal ekonomilerinin global bütünleşmeye doğru gittiği, öte yandan bu yüzyılın aynı zamanda etnik talepler ve milliyetçilik çağı olduğu çelişkisiyle karşı karşıyadır. Bloklar arası ideolojik düşmanlığın ortadan kalktığı, fakat etnik milliyetçiliğin alevlendiği görülmektedir. Liberal demokratik sistemlerde egemen ulus-devletin iki tarihsel işlevi yerine getirmekte zorlandığı açıktır. Yerel grup kimliklerine bir anlam kazandıramayacak kadar büyük,global ekonomik güçlerle baş edemeyecek kadar küçük olan ulus-devlet, artık ne özerkliğin başlıca birimi, ne de ortak kimliği ifade edebilen bir araç görünümündedir. Yirminci yüzyılın sonunda egemenlik dünya ekonomisinin globalleşmesi ile yukarıdan, kendi kaderini tayin etmek isteyen ve ulus-devletin içinde yer alan farklı dil ve dinden etnik grupların yeniden ortaya çıkmasıyla da aşağıdan aşınmaktadır . “Merkezi yönetim ile bağları gevşetilmiş yerel yönetimler, ulusal devletin denetim alanı dışında farklı iktisadi bütünlerin parçaları olma sürecine girmişlerdir. Üretimin yapısındaki değişme, özellikle az gelişmiş ülkelerde bütün toplumsal ve kültürel örgütlenmeyi değiştirecek güçte görünmektedir. Üst yapı düzleminde bu değişim idoolojik ifadesini postmodernizm adı verilen akımda bulmaktadır. Buna göre insanlar kendilerini bir büyük ulusa değil bundan daha küçük etnik gruplara ait sayacaklardır. Mikro-Milliyetçilik, etnik gruplaşma, cemaat halinde yaşama nosyonu, ulusal birliktelik kültürüne alternanif olacak ve onun yerini alacaktır. Her etnik, dinsel, kültürel grup kendi ihtiyaçlarını kendi koydukları kurallara göre ve kendi yönetim birimleri eliyle sağlamaya yöneleceklerdir. Eğer bu öngörü gerçekleşirse, post-fordist üretim sisteminin kültür ortamı olan post-modernizm, liberalizmin kuramsal yerel yönetim lehtarlığını fetişizme dönüştürecek görünmektedir. Yerel Yönetim fetişizmi, Avrupa kıtasında ulus devletleri eriterek “Tek Avrupa” hedefine yardımcı olmak üzere yükseltilmektedir. Dünyada ise ulus aşırı şirketlerin küresel egemenliklerini kolaylaştırmaya yardımcı olmaktadır. Bu yönü ile merkezi yönetimden daha çok uzaklaşmış, kendi kendine yeten yerel yönetim modeli, küreselleşmeye koşut olarak ulus-devletin erime sürecine yardımcı bir modeldir” . Liberal demokrasiyi yeniden canlandırabilmek için,yeni politik gündem iki soruya yanıt aramaktadır: Birincisi, en güçlü ulus-devletlerin bile kendi kaderlerine hükmedemedikleri koşullarda, doğru bir kendini yönetim olası mıdır? İkincisi halkların kendi kaderlerini tayin etme arzularını ifade edebilmeleri için ne tür bir yerel özerklik tasarlanabilir? Bu konuda eleştirel ve karamsar bir yaklaşım sergileyen görüşlere göre ise, ”Ölçeği nedeniyle demokrasinin temeli olarak yerel yönetimlerin gösterilmesine ilişkin sav yalnızca iyi niyetli bir beklentidir. Üstelik bugünü ve geleceği megalopolde yaşayan çağdaş toplum sözkonusu olunca, yalnızca iyi niyetli bir beklenti olmakla da kalmamakta aynı zamanda nostaljik bir nitelik kazanmaktadır” . Çünkü “Büyükşehir idareleri günümüzde artık bir hemşehri idaresi düzeyini çoktan aşmıştır. Belediye yönetimine katılacaklar, birbirlerini tanıma ve bu nedenle birbirlerine güvenme yerine, bağlı oldukları siyasi partinin elemanı olmanın yörüngesi içine girmişlerdir. Bu değişim, belediye yöneticilerini şehre hizmet için çırpınan kişi olmaktan çıkarmış, partinin politikasını yerine getirme ve ancak bu yoldan beldede oturanlara hizmet etme çabasına itmiştir . Çözümlenebilir ve yeniden düzenlenebilir bu gelişimlere karşın, bir yandan da önüne geçilemez süreçler yaşanmaktadır. İkibinli yılların dünyası sanayi toplumundan bilgi toplumuna, merkezi ağırlıklı yönetimden yerel yönetime, temsili demokrasiden daha katılımcı yerel demokrasiye geçildiği, çevre kirliliğinin önlenerek, doğal kaynakların korunduğu bir çağ olmak durumundadır. Bütün bu gelişmeler, her konuda bir yandan küreselleşme sürecini başlatırken, diğer yandan da yerelleşmeyi güçlendirmektedir. Ekonomik ve sosyal ilişkilerde yönetimde, birbirleri ile çelişir görünen bu iki yönlü gelişme süreci, insanlar arası, toplumlar arası, yönetimler ve yerel yönetimler arası ilişkilerde tayin edici olacaktır. Diğer bir deyişle, bir yandan bütün insanlık aynı yer kürede yaşamaktan dolayı, küresel olarak aynı kaderi paylaşmakla birlikte, her birey, her topluluk, bulunduğu yörede bu küresel ortak yaşamın gereğini yerine getirmek için çok yönlü bir ilişki içinde olacaktır. Özellikle 1980 yılından bu yana dünyada yaşanan hızlı değişimin önemli bir sonucu, merkeziyetçi yönetim yapılarının başarısızlığının, halktan kopukluğunun ortaya çıkması ile, yeni dünya düzeninde, daha desantralize, halkın sürekli değişen gereksinimlerine ve yönetime katılmasına önem veren, temsili demokrasinin sorgulandığı, yerel yönetimlerin ve yerel demokrasinin güçlendiği bir ortamın doğmasıdır. Böyle bir ortamın doğal sonucu, her düzeyde, bu arada ulusarası düzeyde, yerel yönetimler arasındaki işbirliğinin gelişmesidir . Benzer şekilde yirmi yıl önce çokuluslu şirketler çoğu ülkede ayrı ayrı operasyonlar düzenler ve çalışmalarında yerel koşullara ayak uydururlardı. 1990'larda ise büyük girişimler ve hatta küçüklerden bazıları bile, zaman, mekan, ulusul sınırlar, dil, gelenekler ve ideolojiler konusunda eski sınırları aşan teknolojik olanaklara ve stratejik görüşlere sahipler. Hemen her yerde, devletlerin umut ve iddiaları azalırken, bu şirket imparatorlukları ortak mekanları işgal etmekte ve gittikçe daha fazla sayıda insanın yaşamlarını derinden etkilemektedirler. Dünya çapındaki bu ekonomik etkinlik sistemleri daha şimdiden hiçbir dünya imparatorluğu ya da ulus-devletin başaramadığı ölçüde bir küresel bütünleşme gerçekleştirmiştir. Bu sistemin en rahatsız edici yönü, dünya çapındaki şirketlerin hükümetlerin kendi halklarının yararına olan politikaları yürütmelerine engel olma gücü ve olanağıdır. Ulus devletlerin liderleri kendi toprakları üzerinde bir zamanlar sahip oldukları kontrolün büyük kısmını yitirmektedirler. Düzenli olarak sınırötesi çalışan işletmeler, en ücra köşeleri bile her türlü politik düzenleme ve geleneği aşıp geçen bir yeni dünya ekonomisine katmaktadırlar. Bir başka çağ için hazırlanmış vergi yasaları, sermaye akışı ve faiz oranlarını kontrol amaçlı geleneksel yöntemler, herkese iş sağlama politikaları ve kaynak geliştirmeyle çevre korumaya yönelik eski yaklaşımlar uygulanamaz ve ilgisiz hale gelmektedirler. Bütün bunlara karşın, küreselleşme süreci hızlandıkça, her biçimiyle yöreselliğin etkilerinin bilincine varmaktayız. Dünyanın her tarafında çoğu insan için bir yere bağlı olmak her zamanki kadar önem taşımaktadır. Kimlikleri bir yere bağlıdır ve yaşamak için bir toprağa ve kendilerini iyi hissetmek için kendi kültür ve dillerine dayanmaktadırlar. Geleneksel toplumlar kaybolup eski kültürler silindikçe, milyarlarca insan yaşama anlam kazandıran yer ve benlik duygularını yitirmektedirler. Araştırmacı gelecekbilimcilere göre, yeni yüzyılın başlarındaki temel politik çatışma, uluslar ya da ticaret blokları arasında değil, küreselleşme güçleriyle toplumu koruma ve yeniden tanımlama peşindeki yerel yaşam güçleri arasında olacaktır . Bu konuyu yerel yönetimlerin etkisi altındaki büyük şehirler kapsamında değerlendiren “sosyalist söylem” ise, büyükşehirlerde görülen “dünya kenti” çabalarına eleştirel bakımdan yaklaşmaktadır. ”Globalleşen dünya ekonomisi içinde artık sermayenin akışkanlığı ve ulusarasılaşması arttığı için, bütün ekonomik süreçleri dikine kesen ve dünya planında bir ağ oluşturan kapitalist ilişkilerin yönlendirilebilmesinin belirli bir merkez yönetimi gerekli kıldığı; Dolayısıyla en gelişmiş kapitalist ülkelerin başkentlerine karargah kuran uluslararası sermayenin kendi egemenliğini yaygınlaştırabilmek için çeşitli alt merkezlere gereksinim duyduğunu; İşte bu alt merkez olmaya talip olan dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki kentler arasında dünya kenti konumuna layık görülebilmek için yoğun bir yarışın sözkonusu olduğunu, ancak bir dünya kenti yaratma proğramının emekçi sınıfların ve kent yoksullarının kent ve yerel yönetim tasarımlarıyla uygunluk gösterebilmesinin olanaksızlığını” İleri sürmektedir. Kaldı ki yine aynı çerçevede: “Dünya kapitalist iş bölümünün gelişmesi, metropolleşme, uydulaşma, bağımlılaşma ve artı-değer aktarımı gibi kavramlar, üçüncü dünya ülkelerinin değişme ve geçişlerinin halihazırda sanayileşmelerini gerçekleştirmiş ve bir dünya sistemi oluşturmuş ülkelerin varlığında gerçekleştirdiklerini anlatmaya yaramaktadır. Fakat bu kavramlar, üçüncü dünya ülkelerinin özgül geçiş ve somut değişmelerini anlamak için yeterince zengin ve üretken değildirler” . II - KÜRESEL VE YEREL ETKİLER ÇERÇEVESİNDE AVRUPA BİRLİĞİ Küreselleşme eğilimlerine koşut olarak ve aynı zamanda bu etkilere karşı birlikte davranabilmek amacıyla ekonomik ve siyasi birlikler kurma fikir ve deneyimleri arasında, Avrupa Birliği, eski ismiyle Avrupa Toplulukları, uluslararası birleşmeler içinde günümüzdeki en başarılı örnektir. Türkiye'nin de 31 Temmuz 1950 tarihinde yapılan,ortak üyelik müracaatı, 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Topluluğuna tam üyelik başvurusunda bulunması ve 1995 yılında gerçekleştirilen Gümrük Birliği bu zor ve uzun yolda katettiği önemli mesafeyi göstermektedir. Türkiye, Tanzimat'tan bu yana,batıya yönelmiş dünyadaki tek müslüman ülkedir. Ayrıca laik ve demokratik ilkeleri benimsemiş, batı dünyası ile ortak sınırlara sahip ve ona komşu, Avrupa Birliği ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut islam ülkeleri arasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürünü koruyarak Batı'yı seçmiş bir ülkedir. Ancak bu bütünleşmenin gerçekleşme düzeyi ve boyutu kimi zaman olumlu, kimi zaman ise tedbir alınması gereken bir husus olarak kabul edilmesine neden olmaktadır. Açıktır ki Türkiye için henüz katedilmesi gereken uzun bir mesafe ve yapılması gereken düzenlemeler vardır. Hızlı kentleşme, hızlı nüfus artışı ve ekonomik güçlükler yaşayan ülkemizin daha birçok başdöndürücü hıza sahip gelişmeleri yaşayan Avrupa ile bütünleşme çabaları bu tez kapsamında sadece yerel yönetimler ve Avrupa Birliği içerisinde de ağırlıklı bir öneme sahip olan “subsidiarite” kavramı çerçevesinde değerlendirilecektir. Çünkü genel kabullerin aksine küreselleşme, kendi içinde yerelleşmeyi de tanımlamakta ve yeniden biçimlendirmektedir. Nitekim kamu hizmetlerinin edim gücüne göre vatandaşa en yakın idare birimi tarafından yerine getirilmesi gereği olarak tanımlanan subsidiarite ilkesi Avrupa Birliği karar, görüşme ve konferanslarının ana konularından birini oluşturmaktadır ve yerel yönetim yapıları bakımından özel bir yere sahiptir. Metropol gelişimleri de yaşayan birçok ilde sorunları çözme bakımından yeni sayılabilecek bir yerel yönetim modeli benimsemiş olan ülkemizin henüz bu sorunları çözmede başarısını tamamlamadan ,Avrupa Birliği çerçevesinde de konuya bakmaya çalışması hazırlıklı bir yönetim yapısı bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu noktadan hareketle çalışmanın aşağıdaki bölümünde önce Avrupa Birliğinin kuruluşuna kısaca değinilecek, bilahare Avrupa Birliği ülkelerinde yerel yönetim yapıları değerlendirilerek yerel yönetim örgütleri, ve ,yerel hizmetler anlatılacaktır. A - AVRUPA BİRLİĞİNİN KURULUŞU VE GELİŞİMİ Avrupa'da bir birlik kurmaya yönelik hareketlerin kökeni çok eskilere dayanır. Napoleon'un Avrupa'yı kan dökerek birleştirme çabalarını izleyen yıllarda Avrupa'lılar barış içinde bir birlik yaratmanın çabasına girmişlerdir. Ünlü besteci Beethoven'in bu çerçevede bestelediği ve Avrupa temasını işlediği ünlü 9. Senfoninin koro bölümünde yer alan “The Glorius Moment” adlı kantatı, 1815 Vi-yana kongresinin açılışında çalınmıştır. Duygu yüklü bir coşku ve sevinç şarkısı olan bu kantat Avrupa Birliği'nin barış içinde gerçekleşmesini amaçlamıştır. Yirminci yüzyılda Jean Monnet, Robert Schuman, Konrad Adenauer, Carlo Sfersa, Winston Churchill ve P.HenriSpaak, birleşik bir Avrupa'nın oluşumunda emeği geçen devlet adamlarıdır. Avrupa'da bir birlik yaratma düşüncesi, bu kıtada “milli devletlerin” ortaya çıkmasıyla eş zamanlıdır. Kıta Avrupa'sındaki ülkelerin kendi aralarındaki savaş sonucunda, imzalanan barış anlaşmalarında, Avrupa'da bir birlik veya federasyon kurma düşüncesi gündeme gelmiştir. Mesela 17. yüzyılda Kant, Avrupa Birleşik Devletleri fikrini ortaya atmış ve bu fikir zamanla diğer düşünürler tarafından da benimsenerek geliştirilmiştir. Fakat Avrupa'da birlik yaratma konusundaki çabalar, 18.yüzyılın sonuna doğru sanayileşme devriminin başlamasıyla, artan sanayi üretimine pazar arayışlarıyla birlikte hız kazanmıştır. Avrupa'da büyüyen üretim için gümrük tarifelerinin indirilmesi gerekiyordu. Bu amaçla, 1886 yılında Fransa ile İngiltere bir ticaret anlaşması imzalayarak bu konudaki ilk adımı atmışlardır. Fakat araya Fransız devriminin girmesi, anlaşmanın işlemesine engel olmuştur. Fikir ciddi olarak ancak İkinci Dünya Savaşında ortaya çıkmıştır. Çünkü Avrupa'daki milli devletler arasındaki çıkar çatışmaları Avrupa'da yeni bir genel savaşın çıkmasına yol açmıştır. 5 Eylül1944'de Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, kendi aralarında bir ekonomik birlik kurulması gereğini kabul etmişlerdir. İki yıl sonra 1946'nın 19 Eylül'ünde W.Churchill, İsviçre'nin Zürih şehrinde bir konuşma yaparak bir Avrupa Birleşik Devleti kurulmasını önermiştir . İlk adım 5 Mayıs 1949 günü (Belçika, Danimarka, Fransa,Hollanda, İngiltere, İrlanda, İsveç, İtalya, Lüksemburg ve Norveç) tarafından on kurucu devletin imzaladığı Avrupa Konseyi Statüsüdür . Bu çalışmada Avrupa Konseyi de ihmal edilmeyecek ve özellikle Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın konuyla olan doğrudan ilgisi nedeniyle yapılan açıklamalar ve tartışmalara değinilecektir. Ancak Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği teşkilatları arasında amaç ve ilkeler ve hatta zaman zaman karışıklıklar yaratan örgütlenme yapı ve adlandırılmalarındaki büyük birlik ve benzeşmeye karşın, Avrupa Birliği örgütü'nün “ekonomik ve siyasi birlik” amacına yönelik “supranasyonal” (uluslarüstü) niteliği onu ayrıcalıklı kılmakta ve atılacak adımların sağlığı bakımından bilinçli davranmayı gerektirmektedir. Avrupa Birliği'ne tam üye olan bir ülke, birliği kuran anlaşmaların oluşturduğu hukuk düzenini aynen benimsemekte ve egemenlik yetkilerinin bir kısmının, birlik organlarınca kullanılmasını kabul etmektedir. Bu organların tasarrufları arasında tüzük, yönetmelik,karar, tavsiye ve görüşler yer alır. Bunların üye ülkelerin tümünde yürürlüğe girmesi için birlik resmi gazetesinde yayınlanması yeterlidir. Yayınlanan mevzuatlar, ilgililerini doğrudan bağlayıcı nitelik taşır, ayrıca bir milli tüzük veya yasa ile iç hukuka aktarılmasına gerek yoktur. Acquis Conmunautaire, anayasa dahil iç hukukun üstündedir . Öte yandan Avrupa Konseyinin ağırlıklı “siyasi” amaçlarına karşın Avrupa Birliğinin önceliği “ekonomik” olmuş, nitekim uzun yıllar “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olarak anılmıştır. Bu yöndeki ilk girişim, 9 Mayıs 1950'de Fransa'dan gelmiştir. Fransız planlama örgütü başkanı Jean Monnet'in de görüşlerinden esinlenen dışişleri bakanı Robert Schuman, bu tarihte Avrupa ülkelerine bir çağrıda bulundu. Çağrı, savaş sanayinin ana maddeleri olan kömür ve çeliğin üretim ve kullanımının uluslarüstü bir organın sorumluluğunda yönetilmesini öngörüyordu. Bu öneriyi kabul eden ülkeler, ileride savaş sanayilerini birbirlerine karşı geliştirmek ve dolayısıyla birbirleriyle savaşmak olanağını bulamayacaklardı. Fransa'nın bu çağrısına Federal Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda olumlu karşılık verdiler. Bir yıl süren görüşmelerden sonra 18 haziran 1951 de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran anlaşma Paris'de imzalandı. Bu aynı zamanda, ilk Avrupa Topluluğu biriminin de doğuşu idi. Paris Anlaşmasını imzalayan 6 ülke kömür ve çelikte giriştikleri deneyi diğer kesimlerine de yaymak için çabalarını sürdürdüler. Ancak savunma ve dış politika alanlarında bu yöndeki gelişimler için zamanın henüz erken olduğu çabuk anlaşıldı. Hazırlanan tasarılar onaylanmadı. Bunun üzerine çalışmalar ekonomik bütünleşmede yoğunlaştırıldı. Messina'da 1-2 Haziran 1955'de düzenlenen konferansta iki yeni Avrupa Topluluğu'nun daha kurulması kararlaştırıldı. Uzun süren görüşmeler ve teknik çalışmalardan sonra 25 Mart 1957 de bu kez Roma'da imzalanan anlaşmalarla Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu . EURATOM'un amacı, atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanımını geliştirmekti. Avrupa Ekonomik Topluluğu ise 6 üye ülke arasında kömür ve çelik dallarında başlatılan bütünleşme hareketlerinin ekonominin diğer bütün kesimlerine yayılmasını öngörüyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın siyasal ve ekonomik yaşamında sergilenen yeniden örgütlenme döneminde, çok sayıda uluslararası kurum oluşturulmuştur. Bunlar arasında Avrupa'nın geliştirdiği “topluluk” (Community) kavramı yeni bir buluş olma niteliğine sahipti. Bu yeni uluslararası kurum sürekli olarak ulusalı aşmaya çalışan bir çaba sonucu, ama sürekli olarak ulusal tarafından sınırlanarak oluşmuştur. Bu kurumun ilginç yanı salt ekonomik bir işlevi başaran uluslararası bir örgütlenme olmakla yetinmeyip, uzun dönemde siyasal birleşme için bir araç olarak görülmesidir. Topluluk hem belli bir işlevi yerine getirecek, hem de belirsiz bir dönüşümün çekirdeklerini içinde bulunduracaktı . Kırkbeş yıllık bir gelişim yaşayan topluluk organlarının özellikle 1965 Brüksel anlaşması ile birleştirilmesi, 1986 yılında imzalanan Avrupa Tek Senedi gibi gelişmeler sonrasında hukuki konumunda da değişmeler yaşanmış ve “uluslarüstü” (Supranational) niteliği baskın bir duruma geçmiştir. Birlik bu süreçte içte hem yetki alanı hem de üyeleri bakımından genişlerken, dışta da giderek genişleyen bir ilişkiler ağı içine girmiştir. Sonunda bugün aşağı yukarı tüm devletlerle ve bütün önemli uluslararası örgütlerle değişik düzeyde uluslararası ilişkiler yürütür duruma gelmiştir. Avrupa Topluluğu nezdine atanan üçüncü devletlerin 1990 yılı başındaki diplomasi temsilciliklerinin sayısı 141'i aşmıştır B - TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ Türkiye'nin Avrupa Topluluğu ile ilişkileri, 15 Temmuz 1959 tarihinde Topluluğa başvuran Yunanistan'ın arkasından 31 Temmuz 1959 tarihinde başlamıştır. Topluluk ile Türkiye arasındaki ilişkiyi belirleyen temel belgeler 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması, 23 Kasım1970 tarihinde imzalanan ve 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren katma protokoldür. Topluluğa sonradan katılan üyelerle, Ankara Anlaşması ve katma protokol hükümlerinin bu ülkeler için de geçerliliğini sağlayan tamamlayıcı protokoller yapılmıştır. Türkiye tam üyelik için 14 Nisan 1987 tarihinde resmen başvurmuştur. Ancak AT Komisyonu tarafından Türkiye'nin üyelik başvurusu hakkında hazırlanan ve 18 Aralık 1989 tarihinde Abel Matutes tarafından açıklanan rapora göre:”Türkiye topluluğa katılmaya ehil (Eligible) bir ülkedir. Ancak ekonomik, siyasi ve sosyal sorunları nedeniyle her iki taraf da katılıma hazır değildir”. 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle Türkiye ile Avrupa Birliği arasında gümrük birliği yürürlüğe girmişse de Türkiye'nin birliğe üye olmadan gümrük birliğine giren tek ülke olması son derece dikkat çekicidir . Öte yandan bazı akademisyenler, ”AET-Türkiye Anlaşmasının dilimize “ortaklık anlaşması” olarak çevrilmesi yüzünden AET'na karşı Türkiye'nin durumunu “ortak üye” olarak nitelendirenlerin çoğunlukta olduğunu, ancak kavramın ayrıntılı değerlendirilmesi sonucunda, anlaşma metinlerine “ortaklık” olarak geçen bu ilişkiye “aday üyelik” denebileceğini , ileri sürmektedirler. Türk yönetiminin Avrupa Birliğine yönelik örgütlenişi de ilginç bir seyir izlemiştir. AT ile 35 yıldır süren ilişkiler çerçevesinde, temasların yürütülmesi ve özellikle eşgüdümü, çoğunlukla şu ya da bu şekilde kurullara ve kimi zaman da Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır. Başka bir deyişle konunun tek bir sahibi olmamıştır. Tek bir sahibi olmayınca sorumlusu da olmamıştır. Bunun istisnası 1987-1990 yıllarında bir devlet bakanı ve başbakan yardımcısının bu alanda görevlendirilmiş olmasıdır. 1989 yılından sonra ise bu kez ilgili bakanlık ve kuruluşlarda AT birimleri, hem de olağandışı olanaklarla kurulmuş ama bu kez de merkezi koordinasyon sağlanamamıştır. Bu nedenle “merkezi ve güçlü bir merciin AT ile ilişkilerden, bunların planlanması, yönlendirilmesi, eşgüdümlenmesi ve denetlenmesinden sorumlu kılınması gerektiği, bu faaliyetin Başbakanlıkta gerçekleştirilmesinin tutarlı bir çözüm olduğu ancak katı ve genişlemeye eğilimli bir örgüt kurmaya yönelmekten kaçınılması gerektiği” önerilmektedir. Bilindiği gibi Avrupa Topluluğu, “demokratlaşmayı aktif olarak teşvik ettiği gibi, Topluluk üyeliği, ülkelerin demokratlaşması için bir özendirici olmuştur.” . Nitekim Topluluğun ilk genişleme hareketi, Akdeniz Avrupa'sında gerçekleştirilmekte olan demokratlaşma süreçleriyle çakışmakta ve onları güçlendirmekte idi. Yunanistan, Portekiz, İspanya için demokratlaşma ile Avrupa Topluluğuna giriş elele yürümüştür. Demokrasi, ekonomik gelişme ve refah yolunda temel adım olarak görülmektedir . Bugün de Avrupa Birliğinin Türkiye yardımları konusunda aldığı tavırda, demokrasi konusundaki hassasiyetini tümüyle reddederek, sadece siyasi kasıt olarak tanımlamak, bir parça önyargıyı barındırmak demektir. Bu çerçevede “Batı ile uyum politikalarını” eleştiren görüşler ise dünya ile bütünleşme politikalarının gözden geçirilmesi gerektiği uyarısıyla: “Son 15 yılda uygulanan iktisadi politikalar, dünya ile bütünleşme hedefine iktisadi yapıyı taşeronlaştırma ile ulaşılabileceği varsayımına dayandırılmıştır. Bu yolla ulusal ekonomiyi ulusötesi şirketlerin (dış alemin reflekslerine bağlama, Türkiye'nin Dünya ile bütünleşmesini sağlayabilecek bir yol değildir. Tersine böyle bir yolun hem ulusal iç yapı, hem de dış dünya ile ilişkiler üzerinde negatif etkileri vardır. İster uluslararası düzeyde, isterse belli bir sektörde olsun, taşeronluk sisteminin değişmeyen karakteristik özellikleri vardır. Küçük ortağın büyümesi için gerekli birikime ana şirket tarafından el konulması, yaratıcılığın üretimin gerekleri yerine ana şirketin isteklerine endekslenmesi, küçük mülkiyet ve üretim birimlerinin katılaştırılması, karakteristik özelliklerden birkaçıdır. Böyle bir yapılaşma, içeride ikltisadi dinamizmi zedeleme ve baskıcı toplumsal-siyasal motifleri besleme tehdidi içermektedir. Günümüzde dünya ile bütünleşmenin yolu, iktisadi ve toplumsal iç dinamikleri kendini yeniden üretebilme ve dolayısı ile dış alem ile ilişkilerini belli bir düzeyde yönlendirebilme gücüne kavuşmaktan geçmektedir. Bunun için devletin merkezi ve yerel düzeyde, yenilenmiş kamusal mekanizmalar yaygınlaştırarak yeniden örgütlenmesi gerekir. Yenilenmiş kamusal mekanizmalar üzerinde çalışan demokratik devlet örgütlenmesi, ülkenin dünya ile belirleyici güç olarak bütünleşmesini sağlamanın başlıca güvencesidir” . Uyarısında bulunmaktadır. Sonuç olarak Türkiye gümrük birliğine girmesi yanında Avrupa Birliği'ne tam üye olmadığından, birliğin karar organlarında söz sahibi olmaması nedeniyle, gerek mali, gerekse proje bazında faydalanacağı yardımlarda, Ege ve Kıbrıs gibi bahanelerle sürekli Yunanistan'ın vetosu ile karşılaşacaktır. Orta vadede Avrupa Birliği ile dış ticaret dengesinin Türkiye aleyhine gelişeceği ve Türkiye'nin enflasyon faiz oranı, kamu kesimi borçlanma gereği bütçe açıkları ve iç borçlanmanın bugünkü yapısıyla tam üyelik sürecine katılmasının zor olduğu öngörülmektedir . III - AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE YEREL YÖNETİMLER A - İNGİLTERE İngiliz literatüründe mahalli idareler tanımlanırken, başlıca iki özelliğe dikkat edilmiştir:a)Mahalli nitelikte hizmet götüren kuruluşlar olmaları, b)Demokratik bir kurumsal yapıları bulunması. Mahalli nitelikte hizmetlerin neler olduğunu İngiltere'de yalnız parlamento tanımlar. Bu nedenle de İngiliz Mahalli İdareleri hükümetten çok parlamentoya karşı sorumludur . 18. nci Yüzyıldan beri var olan İngiliz Mahalli İdareleri çeşitli zamanlarda değişiklikler, düzeltmeler, yeniden düzenlemeler ve reformlar geçirerek bugünkü yapılarına ulaşmışlardır. 1908 yılından sonra parlamento'nun mahalli idarelerin görevlerinde yaptığı değişikliklerden bazıları şöyle özetlenmektedir: “a) 1836 da 0toyolların, yapım ve işletmesinin, 1946 da hastanelerin, 1974 de su ve kanalizasyon servislerinin mahalli idarelerden merkezi idareye geçirilmesi, b) Planlama, konut ve ulaşım hizmetlerinin 1909 da, yaşlı sakat ve fakirlerin bakımı hizmetlerinin 1970 de, mahalli vergi toplamanın 1948 de, çevre kirliliği ile savaş hizmetlerinin 1956 da merkezi idareden mahalli idarelere devredilmeleri ” Londra'da metropolitan yönetim sistemi, 1888'de kurulmuş olan Londra County Yönetimi'nin genişletilmiş bir biçimi olarak 1963'de, genel olarak İngiltere'de metropolitan yönetim modeli ise 1974'de kurulmuştur. Bu yönetim modeli 1 Nisan 1986 tarihine kadar yürürlükte kalmış, bu tarihten itibaren yürürlüğe giren model çerçevesinde, eski metropolitan yönetimin görevlerinden büyük bölümü özel amaçlı kuruluşlara, bazıları da alt (Yerel) birimlere aktarılmıştır . Londra Metropolitan Alanı'nın büyüklüğü, fonksiyonlarının çeşitliliği ve milletlerarası bir merkez olarak taşıdığı önem gözönünde bulundurularak, Londra Mahalli İdaresine çok kapsamlı görev ve sorumluluklar yüklenmiş ve bunları taşaıyabilecek güç ve genişlikte bir organizasyon kurulmasına özen gösterilmiştir. Zaman içinde GLC (Büyük Londra İdaresi) gerek dev bir kurum oluşu, gerkse uygulamadaki başarıları dolayısıyla dünya literatürüne geçmiştir . Mevcut yapı kısaca aşağıdaki şemada olduğu gibidir: TABLO 3 :Genel olarak İngiliz Yerel Yönetim Şeması: Metropolitan Bölge İdareleri İl İdareleri Büyük Londra İdaresi I I I Metropolitan Alt Bölge İdareleri İl Alt Bölge İdareleri Londra Alt Mahalli İdareleri I Mahalli İdareleri Kaynak:ÇEZİK, Asuman, İngiliz Mahalli İdareleri İçinde Büyük Londra İdaresi GLC (Greater London Council) ve Çalışmaları, DPT Yayını, DPT:1710-SPD:319 Nisan 1980, s.3 (County) Büyükşehir düzeyindeki hizmetlerin bazıları, tek tek faaliyet gösteren veya birden çok olup da ortak komiteler eliyle faaliyet gösteren ilçe (Alt Yönetim Birimi) yönetimlerine aktarılmıştır. Bazı durumlarda ise hizmetlerin County ölçeğinde sunulmaya devam edilmesi için, ortak kurullar oluşturulup, hizmetler bu kurullara aktarılmştır. Londra büyükşehir yönetimi ile sıkı ilişkisi bulunan ve 12 iç Londra İlçesinde eğitim hizmeti sağlayan İç Londra Eğitim Kuruluşu, özel amaçlı bir kuruluş olarak varlığını sürdürmüş ve bundan böyle doğrudan seçimle oluşması öngörülmüştür . Oluşturulan yeni sistemle hizmetler şöyle bir düzenlemeye tabi tutulmuştur: TABLO 4 :Londra Büyükşehir Yönetimi ve Diğer Metropolitan Yönetim Birimlerinin Belli Başlı Hizmetlerine İlişkin Tasnif Hizmet Londra Metropolitan County'ler Planlama İlçeler ve Londra Planlama İlçeler ve ortak komiteler Komisyonu Taşımacılık ve ulaşım Londra Bölgesel Taşımacılık Karayollarının sorumluluğu Kuruluşu (bir merkezi ilçelere ve ortak komitelere yönetim kuruluşu) Toplu Taşımacılık Yerel yönetim birimlerinin yerini bu hizmetler özel sektöre devredilene kadar, ortak kurullar almaktadır. Zabıta(Polis) Metropolitan Polis Ortak kurullar İçişleri Bakanına karşı doğrudan sorumlu kalmaya devam edecektir İtfaiye ortak kurul ortak kurullar Sivil savunma ortak kururl ortak kurullar Atıkların tasfiyesi İlçeler ve ortak komiteler İlçeler ve ortak komiteler Tüketici koruma İlçeler ve ortak komiteler İlçeler ve ortak komiteler Sanat ve eğlence İlçeler ve ortak komiteler ilçeler ve ortak komiteler Kaynak: Metropolitan Yönetim Dünya'da ve Türkiye'de İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği, İstanbul, 1987, s.153 Londra büyükşehir yönetiminin başlıca gelir kaynağı, emlak (rates) vergisidir. Toplam gayri safi harcamaların % 52 sini karşılar. Öbür gelir kaynakları ise hizmet karşılıkları % 38 ve özel hükümet yardımları %10' dur . Emlak vergi gelirlerinin yüksekliği İngiliz toprak anlayışına dayanmaktadır. Nüfusu yüksek bir ada olan İngiltere'de endüstrinin özel girişimcinin kendi çıkarlarına göre yaptığı hesaplar uyarınca kurulması, dengesiz kentleşme ve savaş ve ekonomik bunalımın etkileri kent topraklarına bakışı değiştirmiş ve yeni politikalar geliştirilmiştir. Buna göre hem yeni kentlerin, hem de organize sanayi bölgelerinin toprakları devletindir. Uzun süreli kira yöntemi ile yararlanacaklara verilir. İmar görecek bir taşınmaz malın iki değeri vardır:1)Yapı ruhsatı alınmadan önceki kullanma biçimine göre olan değer (existing use value), 2)İmar değeri ya da ruhsat alındıktan sonraki değer (development value). Mal sahibinin yalnız birinci değerde hakkı vardır. Ruhsatı veren kamu kuruluşu artı bir değer yaratmıştır. Birincisi ile ikincisi arasındaki fark millileştirilmelidir. 1947 de çıkarılan imar kanunu (Town and County Planning Act) ile İngilizler, söz konusu artı değerin tümünü millileştirme yoluna gittiler. Daha sonra türlü güçlükler ve politik çalkalanmalar yüzünden farkın % 50 si alınmaya başlanmıştır . İngiltere'de yerel bütçe, bağımsız iç denetim organları tarafından denetlenir. İç denetimle görevli olanlar hizmetlerin dürüstlük kurallarına göre yürütülüp yürütülmediği, hileli yollara başvurulup vurulmadığı, kaynakların iyi bir biçimde kullanılıp kullanılmadığı yönlerinden incelerler. Hiyerarşiden bağımsız bir birimdir. Eski bir geleneğe göre mali işlerle ilgili birime bağlıdır. Ayrıca Birleşik Krallık'ta merkezi idare tarafından her yerel idare için bir dış denetim organının belirlenmesi öngörülmüştür. Yerel idarelerin işlemlerinin genel yönetsel denetimini yapacak özel bir kuruluş yoktur. Ancak Ulusal Sağlık Teşkilatı ve Yerel İdareler Sayıştayı tarafından her yerel idareye bir (Auditeur) denilen denetçi ayrılmıştır. (İngiltere ve Galler bölgesi yerel idarelerinde). Yazıların yasallığını ve hizmetlerin en uygun maliyetle ekonomi ve etkinlik kurallarına uygun biçimde yerine getirilip getirilmediğini, sayıştay tarafından tespit edilen normlara uygunluğunu denetlerler. İskoçya'da, İskoçya Yerel İdareler Hesap Komisyonu tarafından yapılan denetim de yöntem olarak aynıdır . TABLO 5 : Mahalli İdare Hizmet Harcamaları * (İngiltere ve Galler) (1986 Fiyatlarıyla) HİZMET MALİYET (Milyon Pound ) Toplam Maliyet içindeki Yüzdesi Eğitim 10.595 49.0 Güvenlik 2.672 12.4 Şahsi Sosyal Hizmetler 2.386 11.0 Otoyollar ve Mahalli Ulaşım 1.207 5.6 Çöp Toplama ve İmhası 587 2.7 İtfaiye 578 2.7 Okul Yiyecekleri 427 2.0 Kütüphaneler,Müzeler,Sanat Galerileri 403 1.9 Parklar ve Açık Alanlar 373 1.7 Çevre Sağlığı 351 1.6 Kentsel ve Kırsal Planlama 330 1.5 Yargı Yönetimi Hizmetleri 309 1.4 Rekreasyon İmkanları 268 1.2 Vergi Tahsili Masrafları 155 0.7 Konut 121 0.6 Mezarlık ve Krematoryum 39 0.2 Genel Yönetim Harcamaları 53 0.2 Diğer Hizmetler 780 3.6 TOPLAM 21.643 100.0 (*) Net harcama, ticaret hizmetlerini içermektedir. KAYNAK: CIPFA Statistical Information Service, Finance and General Statistics 1985-1986 dan Kate ASCHER, The Politics Of Privatization Contracting Out Public Services,Mac Millan Education, London, 1987, s.214 den aktaran Tunay KÖKSAL, Belediye Hizmetlerinin Özelleştirilmesi Yöntemleri ve Uygulamaları, a.g.e.,s.98 B - FRANSA Fransa'da üç tür yerel idare birimi vardır. Bunlardan en büyüğü, bölgesel yerel idarelerdir. Sayıları 23 dolayında olup, yürütme birimi olan başkan ve karar birimi olan meclisler seçimle iş başına gelir. İkinci kademede sayıları 96 dolayında olan, bizdeki il özel idarelerine benzeyen ve ilde bulunan, başkanı ve meclis üyeleri seçimle iş başına gelen il özel idareleri vardır. Üçüncü olarak “komün” denilen, bizdeki belediye'lere takebül eden, fakat en küçük yerleşme biriminden en büyüğüne kadar aynı mevzuata tabi olan birimler vardır. Fransa'da köy yoktur. Köy durumunda olan küçük yerleşme birimleri de komün denilen belediye statüsüne tabidir. Türkiye'den farklı olarak, belediye başkanları doğrudan halk tarafından değil Türkiye'de 1960 öncesinde olduğu gibi belediye meclislerince seçilir. Fransa'da 1884'den bu yana yürürlükte olan belediye teşkilatı, 1981 yılında başlatılan yeniden düzenlemeler sonucu değişikliğe uğratılmıştır.Bu değişikliklerle idari vesayet azaltılmış, kararların önceden denetimi, onaylanması kaldırılmıştır. Paris, Marsilya, Lyon gibi bir çok ilçeleri olan büyük şehirlerde, tek bir belediye başkanının bulunması sistemi değiştirilmiştir. Büyük şehir merkezlerindeki ilçelerde de birer belediye kurulması yoluna gidilmiştir. Ancak bu yeni getirilen sistemde, şehrin birliği yine korunmakta yeni bir teşkilat kurulmamaktadır. Büyükşehir belediyeleri belediye bütçesini kabule ilçelere ödenek ayırmaya ve vergi koymaya yetkilidir. İlçe belediyelerinin bağımsız mülkleri yoktur. İlçe belediyeleri Büyükşehir belediyesi adına hareket eder. 1982'de yapılan değişiklikler sonucu, metropolitan yönetim kademesi niteliğinde -Kentsel Topluluklar- “Communautes Urbaines” in isteğe bağlı olarak kurulmasına olanak sağlanmıştır. Kural olarak belediyelerin kullandığı bazı sorumluluklar “Communautes Urbaines”e aktarılmıştır. Ancak yasa belediyelere “Communaute” lere daha önceden isteğe bağlı olarak aktarılmış belli görevleri geri alma hakkı tanımıştır. Bunlar konut geliştirimi, şehir onarımı ve yenileme çalışmaları, sanayi ve liman bölgeleri, mezarlıklar, yollar ve trafik işaretleri ile ilgili hizmetlerdir. Communautes Urbaine' ler belediyelerin birleşip kaynaşmasına yönelik bir adım olarak planlanmış, ama fiilen federasyonlar olarak kalmışlardır. Fransa'da uygulanan “hazinenin birliği” ilkesinin iki temel unsuru vardır. Bunlardan birincisi, tüm paraların hazineye yatırılma zorunluluğudur. İkincisi ise, bu paraların karşılksız yani faizsiz olarak yatırılmasıdır. Bu katı kuralın “her ne kadar yerel idareler aleyhine gibi görünüyor ise de gerçekte,devletin de ücretsiz yaptığı bazı hizmetler ve tahsil edilmemiş gelirleri önceden ödeyebilmesi gibi yararları olduğundan, böyle bir sistem içinde, yerel idarelerin bütçelerini etkili ve verimli biçimde yürütmek için gerekli olan yönetim tekniklerini kullanmaya çalıştıkları” yolunda görüşler bulunmaktadır. Ancak araştırmacı tarafından bu yaklaşımın iyimser bulunması yanında belediye örgütünün en önemli boyutlarından olan mali konuların tümüyle devlet bilgisi dahilinde kullanmanın ve her türlü zorunluluğun “vesayet” tanımına açıkça uyduğu düşünülmektedir. Belediye muhasibi maliye bakanlığınca atanır. Belediye başkanı ita amiridir, muhasip ise hesap işlerinden sorumlu sayman olarak ödeme emirlerini imzalar. Belediye başkanı'nın muhasibinin yerini değiştirme, görevini değiştirme gibi her hangi bir yetkisi yoktur. Belediye'nin kasası da olmadığından ve paralar hazine'nin emrinde bulunduğundan, belediye başkanı'nın imzaladığı ita emri, saymanın da uygun gördüğü ödeme emri gönderildikten sonra para maliye'nin kasasından çekilir . Bu örnek demokratik bir uygulama ile özerklik ruhu ile çatışmadan sürdürülebilir bir boyut taşımakta ise de şekil bakımından, Türkiye'deki uygulamanın da üzerinde bir vesayet özelliği göstermektedir. Öte yandan Fransa'da belediye bütçesi üzerindeki denetim bağımsız bir mali yargı ünitesi olan, bölgesel saymanlar odası tarafından yapılır. Zorunlu harcamaların ve bütçe denkliğinin denetlendiği bu uygulama yanında, yaptırmı sadece kamu oyuna açıklama olarak beliren, yani siyasi etki yaratabilen ancak iptali sağlayamayan bir de yönetimin uygunluğu denetimi vardır . Belediye başkanlarının bazı suçlar nedeniyle, bakanlıkça görevden alınabilmesi konusunda ise Fransa'da Türkiye'den farklı olarak ancak Bakanlar Kurulu kararı ile görevden alınabilmenin ayrı bir garanti yarattığı belirtilmektedir. Eğitim konusunda ise Yerel İdareler Memurları Yüksek Kurulu, sendika ve yerel yönetim temsilcilerinden oluşan, yerel idare memurlarının sorunlarının tartışılarak, görüş birliğinin sağlanmasına yönelik çalışmaların yapıldığı ve bu alanda çalışanlara güvenlik vermeyi amaçlayan bir kuruldur. Kurulun danışma niteliğinde ve bazı hazırlıkları yapma (girişim) niteliğinde görevleri vardır. Çeşitli inceleme, araştırma, istatistik ve doküman oluşturma çalışmaları yapılmaktadır. Genelde ülkemiz yerel yapılanmasında da örnekleri görülebilecek, yönetsel karma komisyonlar, karma teknik komitelerin yanında, önemli bir fark sayılabilecek “yerel kamu hizmetine giriş” hususunda, bütçe olanaklarının elverişliliğine göre yerel idarelerin kadroları kendi karar organı olan meclisler tarafından saptanır . C - HOLLANDA Hollanda, devleti kraliçenin temsil ettiği bir monarşik parlamenter hükümet biçimine sahiptir. Bununla beraber hükümetin gerçek başı başbakandır. Yerel yönetimler alanında temel sorumlu bakanlık İçişleri bakanlığıdır. 1981'den bu yana Amsterdam Belediyesi daha desantralize işleyecek yöntemleri araştırmaktadır. Hollanda'nın ara yönetim kademesi il yönetiminden (Province)oluşmaktadır. Amsterdam'ın da içinde bulunduğu Kuzey Hollanda ilinin seçilmiş üyelerden oluşan il meclisi ve bunların kendi aralarından seçtiği il yönetim kuruluna atama ile gelen kraliçenin memuru başkanlık eder. Bu kurul yerel yonetimler üzerinde denetim ve gözetimde bulunur. Yerel bütçeleri ve temel mali kararları onay yetkisine sahiptir . Hollanda da toprak satmayıp kira yöntemi uygulayan ülkelerden biridir. ”Belediyelerin uyguladığı kira süresi genellikle 50 yıldır. Bu sürenin sonunda yeni değerlendirmeler yapılır. Her beş yılda bir milli gelir ve fiyat endekslerine göre kira tutarı ayarlanır” . Amsterdam'da “negatif yetki listesi” kullanılmaktadır. Buna göre anakent belediye meclisi alt düzeydeki belediyelere transfer edilmeyecek sorumlulukların bir listesini hazırlamakta ve diğer bütün konularda onları serbest bırakmaktadır. Negatif yetkiler arasında dikkati çekenler şunlardır: Bütçenin hazırlanması ve kabulü, emlak vergisi oranlarının belirlenmesi, kentin yapısal ve konut planlarının hazırlanması, konutların tahsisi, zabıta, yangın söndürme vb. hizmetler . Hollanda yerel yönetimleri yetki açısından sınıflandırmalar yapılan çalışmalarda “güçlü-bağımlı yerel yönetimler” arasında sayılmaktadır.Buna göre: “Hollanda yerel yönetimleri sundukları hizmetlerin niteliği ve yaptıkları harcamaların büyüklüğü açısından güçlü kuruluşlardır. Bütün önemli kararların onayı gerekmekle birlikte, denetim yetkisinin yerel özerkliği zedelemeyecek bir duyarlıkta kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak gelirler açısından merkeze hayli bağlanılmış olduğu açıktır. Cari bütçe gelirlerinin % 90'ı, yatırım bütçe gelirlerinin ise % 50'si ulusal bütçeden yapılan ödemelerden oluşmaktadır. Hollanda yönetsel örneğinin en ilginç yanlarından biri, güçlü merkez-güçlü yerel yönetim modelinin çelişkili olmadığını, birlikte,karşılıklı etkileşim süreçleri içinde başarılı olabileceğini göstermesidir. Bir yandan köklü geleneği olan yerel özerklik korunmaya çalışılırken, öte yandan tüm ülkede hizmet ve yükümlülüklerde denge sağlanması gereği,özellikle nesnel ölçütlere dayandırılmış ilişkiler yoluyla bağdaştırılmış görünmektedir . IV - AVRUPA KONSEYİ VE AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI Uluslararası işbirliği çerçevesinde, Avrupa Konseyi, demokratik yapının birer basamağı olan ve fertlerin kendilerini daha yakın hissettikleri yerel yönetimlerin rolünü güçlendirmeye ve geliştirmeye çalışmakta, ayrıca Avrupa bölgeleri arasındaki dengesizlikleri giderme yollarını aramaktadır. A - AVRUPA KONSEYİ'NİN YEREL YÖNETİMLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI Avrupa Konseyi bünyesinde yılda bir kez Strazburg'da toplanan Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Konferansı, yerel yönetimler temsilcilerinin Avrupa'yı ilgilendiren sorunların incelenmesine katılmalarını sağlamaktadır. Konferansın üyeleri hükümetler tarafından belediye başkanı veya belediye meclisi üyesi gibi yerel yöneticiler arasından seçilmektedir . ”Sürekli Konferans” adı 1994'den itibaren “Kongre” olarak değiştirilmiştir. İki meclisi vardır.Bu meclislerden biri yerel yönetimlerin özerkliği ile ilgili konularda faaliyet göstermekte, ötekisi bizde olmayan, fakat başka bazı ülkelerde bulunan bölgesel ölçekteki yerel yönetimlerle ilgili çalış-maları sürdürmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de bir yorum yaparak İl Özel İdareleri'ni ve bazı kuruluşları bölge yerel yönetimleri niteliğinde görerek Kongre'nin bu iki kanadından birinde onlara temsil hakkı tanımıştır . Yerel ve bölgesel konularda hükümetler arası işbirliği Bölge ve Belediye Sorunları Komitesi çerçevesinde yürütülür. Bu Komite'nin proğramı, fertlerin yerel ve bölgesel işlere katılmalarının teşvik edilmesi, ayrıca bölgelere ilişkin sorumluluklar ile karar yetkisinin merkezi hükümetlerden bölgesel yönetime devredilmesinde, ülkeden ülkeye izlenen değişik yolların sonuç ve etkileri üzerinde anketler düzenlenerek değerlendirilmesi gibi çalışmaları kapsar. Bölge ve Belediye Sorunları Komitesi çalışmalarının somut sonuçlarına örnek olarak, üye ülkelerdeki değişik belediye bütçelerinin karşılaştırmalı analizinin yapılmasını sağlayan bir muhasebe yöntemi oluşturulması verilebilir . Avrupa Konseyi 1950'lerden beri bu konuya önem vermiştir. 1953'de Birinci Avrupa Komünleri Meclisi Versay'da toplanmış ve yerel yönetimlerin özerkliğinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne konması önerilmiştir. Fakat o günün koşulları içerisinde Avrupa Konseyi buna karşı çıkmıştır. Daha sonra ise tavır değiştirilerek yerel özerkliğe sahip çıkıldığı görülmüştür. 1957 ve 1968'de yerel özerklikle ilgili önemli kararlar alınmış, 1981 ve 1984 yılları arasında da bu konuyu açıklayan birtakım kurallar ve ilkelerin yerleştirildiği görülmüştür. İşte bu çalışmalar 1985 yılında sonuçlanarak Bakanlar Komitesi'nin almış olduğu bir kararla Ekim 1985'de Avrupa Yerel Özerklik Şartı imzaya açılmıştır. Ayrıca “Avrupa Kentsel Şartı” da Avrupa Konseyi'nin çalışmalarındandır . “Sınır Ötesi İşbirliği Sözleşmesi” ülkeleri ayıran ortak sınırlara bitişik bölgeler arasında, bölge kalkınması, çevrenin korunması ve kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi gibi konularda anlaşmalar yapılmasını teşvik etmekte ve getirdiği düzenlemelerle bu işbirliğinin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmaktadır . B - AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel yönetimlerin demokratik devlet şeklinin temelini oluşturduğunu vurgulamakta ve yerel düzeyde vatandaşın meselelerinin çözümüne doğrudan katılımının önemini belirtmektedir. Bu belgeyi kabul eden üye devletler, yerel yönetim temel prensibini gerçekleştirmek ve milli mevzuatlarında bu prensibi uygulamak yükümlülüğündedirler. Ayrıca yine bu bildirgede ”Subsidiary” kavramı yer almıştır ki, buna göre kamu hizmetlerinin,edim gücüne göre vatandaşa en yakın idare birimi tarafından yerine getirilmesi gereklidir. Şart'ın amacı, bütün ülkelerdeki yerel yönetimlerin aynı inanç etrafında toplanarak, dünyada barışı, kardeşliği ve demokrasiyi gerçekleştirmek, yerel yönetimleri aynı ilkeler etrafında birleştirmektir. Bu amaçtan da anlaşılacağı üzere şartın hem sosyal, kültürel, hemde hukuksal boyutu bulunmaktadır. Bilhassa hukuksal boyutu, yerel yönetimlerin özerklik ana ilkelerini tesbit eder Aynı zamanda Şart yerel yönetimlerin özerkliği için çok önemli bir güvence oluşturmaktadır. Çünkü Şart'ı onaylamış bulunan devletlerin, yerel yönetimlerinin hem siyasal, hem yönetsel, hem de akçal bakımdan özerkliklerini garanti altına almak zorunluluğu bulunmaktadır. Şart'ın birinci bölümünde yerel yönetim özerkliğinden ve özerk yerel yönetim niteliğinden sözeden ilkeler yer almıştır. İkinci bölümde, bu açıdan devletlere düşen sorumlulukların neler olduğu ele alınmakta ve üçüncü bölümde de yürürlüğü ile ilgili birtakım kurallar bulunmaktadır. Avrupa Konseyi'nin üyesi devletler (Bugün için 38 devlet) içerisinden aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 21 devlet Şart'ı hemen imzalamışlar, hem de onaylamışlardır. Bazı ülkeler ise imzalamış olmalarına karşın onaylamamış- lardır. Belçika, Fransa, Romanya, Slovak Cumhuriyeti bunlar arasındadır. Birtakım demokrasi'nin beşiği olarak bilinen başka ülkeler de var ki bunlar, Şart'a ne imza koymuş ne de onaylamışlardır. Bunların başında da İsviçre, İngiltere, İrlanda gibi ülkeler gelmektedir. Türkiye, İspanya, Macaristan, Avusturya, Kıbrıs,Yunanistan, Hollanda gibi ülkelerin ise şartın bazı maddeleri konusunda çekinceleri mevcuttur . Türkiye şartı Bakanlar Kurulunun 20 eylül 1988 gün ve 88/13296 sayılı kararı ile bazı maddelerine çekince koyarak kabul etmiş, 8 mayıs 1991 gün ve 3723 sayılı kanunla ve aynı çekincelerle onaylamıştır. Şart “Avrupa'nın farklı ülkelerinde muhtar mahalli idarelerin korunması ve güçlendirilmesi, demokrasi ve yetki adem-i merkeziyetçiliği üstünde temellenen bir Avrupa'nın inşaasına önemli katkıda bulunacağı bilinci içinde” aktedilmiştir. Şartın 2 ve 5. maddeleri, 3,7 ve 8. maddelerinin 1 ve 2 numaralı fıkraları, 4. maddesinin 1, 2, 3,4 ve 5 numaralı fıkraları, 10.maddesinin 1 numaralı fıkrası kabul edilerek onaylanmış; 4.maddesinin 6 numaralı fıkrası, 6. maddesinin 1 numaralı fıkrası, 7ve 8. maddelerinin 3 numaralı fıkraları, 9. maddesinin 4,6 ve 7 numaralı fıkraları, 10. maddesinin 2 ve 3numaralı fıkralarına ise çekince konulmuştur . Türkiye'nin çekince koyduğu maddeler arasında, yerel yönetimlerin kendi iç yapılarının kendileri tarafından oluşturulması, düzenlenmesi ve vesayetin ancak korunmak istenen yararla orantılı olması halinde izin verileceği bölümleri de bulunmaktadır. Şarta göre özerk yerel yönetim kavramı, “Yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde” kamu işlerinin önemli bir bölümünü” kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını” taşımaktadır . Öte yandan Şart, bu şartı onaylamış olan ülkelerde uygulanıp uygulanmadığını, mevzuatın bu ilkelere uygun bir şekilde değiştirilip değiştirilmediğini, uygulamada bu kurallara ne ölçüde bağlı kalındığını denetleyecek, bir kurumsallaştırılmış mekanizma öngörmemiştir . Vesayet “hukuka uygunluk” bakımından olanaklı kılınmış, “yerindelik” denetimini ise öngörmemiştir. V - AVRUPA BİRLİĞİ- YEREL YÖNETİMLER DÜZENLEMELERİ VE SUBSİDİARİTE Avrupa Birliği'nin kuruluş amaç ve ilkeleri ile yönetim yapısı yerel yönetimleri giderek öne çıkartmaktadır. Bugün birliğin temel felsefesini oluşturan “Tekpazar”, ”Serbest dolaşım”, ”Bölgesel politikalar” v.d. daha birçok politika yerel yönetimlerle karşılıklı etkileşim içindedir. A - AVRUPA BİRLİĞİNİN YEREL YÖNETİMLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI Avrupa Birliğinin yerel yönetimlerle ilgili çalışmalarında vurgulanabilecek en öncelikli özellik, bu çalışmaların Avrupa Konseyi çalışmaları ile paralel ve etkileşim içerisinde sürdürülmesi yanında, Birliğin siyasi amaçlarının da devreye girmesi durumunda özgün çalışmalar oluştuğudur. Avrupa Konseyi, Komisyonu ve Parlementosu 19 Haziran 1984 tarihli ortak açıklamalarında, yerel yönetimlerle doğrudan ilişkiyi benimsemişlerdir. Bu karar doğrultusunda Komisyon Bölgesel Kalkınma Fonu dağıtım proğramları çerçevesinde bölgesel ve yerel yönetimlerle doğrudan ilişki kurmaktadır. Avrupa Birliği'nin bölgesel politikaları ve komisyonun yardımı ile denetim yetkisi, yerel yönetimleri yakından ilgilendirmektedir. Roma Anlaşması'nın 130/a maddesi uyarın-ca topluluk, sosyal ve ekonomik birlikteliği sağlamaya yönelik bir politika getirirken yerel özerkliği etkileyen uygulamalarda bulunabilmektedir. Avrupa Birliği'nin 1 Temmuz 1987'de yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi ile kazandığı siyasal boyut ve senedin 31 Aralık 1992'de Avrupa Tek Pazar'ının gerçekleştirilmesini öngörmesi , amaçlanan iç pazardaki ortak sektörel gelişmelerin yerel yönetimleri yakından ilgilendiren boyutlarını da içermektedir. 12 Aralık 1987 tarihinde topluluk bünyesinde Avrupa Komisyonu Bölgesel ve Yerel Yönetimler Danışma Kurulu oluşturulmuştur. Kurul, komisyonun istemesi durumunda bölgesel kalkınma ve yerel politikalara ilişkin konularda görüşünü sunmaktadır. 4 Temmuz 1988'de Paris'te yapılan Mahalli İdareler Konferansı‘nda tek pazarın gerçekleştirilmesi için yapılması gerekli yasal değişikliklerin neler olduğu ve bunların mahalli idarelere dolaylı veya dolaysız etkilerinin ne olabileceğinin incelenmesi üzerinde durulmuştur. Avrupa Birliği Komisyonu 11 Temmuz 1988 tarihinde, başka bir ülkede ikamet eden Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşlarının, o ülkede Avrupa Parlamentosu ve yerel yönetim seçimlerine aktif ve pasif olarak (seçme ve seçilme hakkı) katılmasını öngören bir mevzuat değişikliği taslağını yayınlamıştır. Kamu İhaleleri ve Avrupa Vergi Hukuku'nun bütünleştirilmesi konularındaki düzenlemeler de doğrudan ya da dolaylı olarak yerel yönetimleri etkilemişlerdir. 9-10 Aralık 1991 Maastricht Zirvesi'nde imzalanan Siyasal Birlik Anlaşması ile Avrupa Birliği'ne tanınan yasama erki yerel yönetimlerin yerinden yönetim hakkını bazı ülkelerde sınırlayacak, bazı ülkelerde ise artıracaktır. Anlaşma'da “Avrupa halkları arasında giderek daha sıkı bir birlik yaratılması öngörülmüş ve “ülke ve yerel yönetim düzeyinde karar yetkisine de birlik içinde itibar edileceği“ belirtilmiştir. Avrupa Birliği'nin ilgili diğer politikaları bakımından, yerel yönetimlerin önemli bir yere sahip oldukları açıktır. Bu önemin bir göstergesi olarak da birliğin bürokratik yapısı gösterilmektedir. AB, politikaların oluşturulmasından topluca sorumlu olan 3500 den az üst düzey yöneticiler kadrosuna sahiptir. AB nin toplam büyüklüğü ve yapması gerekenlerin boyutu gözönüne alındığında Brüksel'deki bürokrasinin görece küçük olduğu söylenebilir. Öte yandan komisyonun farklı bölümleri farklı yönetim ve politika unsurları üzerinde yoğunlaşırlar. Bu nedenle AB herbiri az veya çok istikrarlı olan büyük sayıda siyasa topluluklarıyla tanımlanabilir. Hem bu siyasa topluluklarının çeşitliliği hem de bürokrasinin küçüklüğü, komisyona ulus-altı yönetimlerle çalışmak için en azından iki neden vermektedir. Bunlardan birincisi komisyonun bütün proğramlarının nasıl işlediği ve siyasa amaçlarının ne olacağı konusunda bilgiye gereksinme duymasıdır. Böylesi bilgilerin ana kaynağı hiç kuşkusuz ki ulusal hükümetlerdir. Ama hükümetlerin nasihatleri ve bilgileri kendi özel çıkarlarını yansıtabilir. Bu nedenle AB bürokrasisi, bu ulusal yanlılığı dengelemek için bilgi kaynakları seçeneklerine gereksinme duymaktadır. Bölgesel ve yerel idareler bu bilgi seçeneklerini sağlayabilir. Gerçekten de, bugüne kadar AB proğramlarının büyük çoğunluğu mekansal olarak ulusal devlet düzeyinin altında konumlandırılmıştır. Doğrudan bölgesel ve yerel yönetim düzeyindeki ilişkilerle çalışmak, siyasa işleyişlerini daha da geliştirebilir. Birincisinden daha az önemli olmamak koşuluyla ikinci olarak, Brüksel bürokrasisinin küçüklüğü politikalarını izleme ve denetleme sürecini de güçleştirmektedir. Bölgesel veya yerel birimlerle çalışmak, Brüksel'in işinin düzenleme tarafına örneğin çevreye ve kamu sağlığı düzenlemelerine ilişkin olarak- yardımcı olacak veya temel amacına ulaşmasını hedefleyen siyasaları daha iyi uygulamasını sağlayacaktır . Yerel ve Bölgesel Otoriteler Danışma Konseyi çeşitli toplantılarında, topluluk çalışmalarında daha geniş ulus-altı katılım için çağrıda bulunmuştur. Aynı şekilde, üye ülkelerin çeşitli bölgesel yönetimlerini benzeri isteklerle “Bölgeler Avrupası” Konferanslarıyla toplamıştır. Sonuç Maastricht Uzlaşması'nın bir bölümü olarak, bölgeler komitesinin resmi danışma organı olarak kurulması olmuştur. Komite mart 1994 den bu yana çeşitli ölçekteki konularla ilgili fikirlerini önermektedir . B - SUBSİDİARİTE İLKESİ Maastricht Sözleşmesi'nde (Madde b son parağraf) bir kez daha birliğin amaçlarının “subsidiarite ilkesi gözönünde tutularak gerçekleştirileceği” yinelenmektedir. Bu nedenle Avrupa Birliği belgeleri ve yaklaşımları çerçevesinde bu kavramın incelenmesi gerekmektedir. Maastricht Sözleşmesi'nde yer alan, “kararların halka mümkün olduğunca yakın düzeylerde alınması” yolundaki bu hüküm İngiltere ve anayasasında yer alması nedeniyle Almanya tarafından özellikle desteklendiği bilinen “Subsidiary” fikrini yansıtmaktadır. Avrupa Birliği'nin bütünleşme felsefesinin temelinde yatan bu fikre göre karar alma ve kararların uygulanması ancak yerel düzeyde etkinlik yeterli ölçüde sağlanamıyor ise üst otoriteye bırakılmalıdır. Böylelikle topluluğun müdahalesini gerektirmeyen hallerde yasamaya ilişkin kararların sırasıyla bölgesel ve ulusal makamlar düzeyinde alınması yolunun açıldığı söylenebilir. Bu durum federalizme koşut biçimde yerel yönetimlerin ağırlık kazanacakları bir siyasal düzenin işareti olarak da yorumlanabilir. Nitekim bazı yayınlarda, çalışmada kullanılan yorumların dışında subsidiarite ilkesinin, “ikame” sözcüğüyle tanımlandığı görülmüştür. Ancak bu yayınlar da “ikame ilkesi” şeklindeki çevirinin, “subsidiarite” kavramının içeriğini tam olarak yansıtmadığını kabul etmektedir . Buna göre, Avrupa Birliğinin hukuksal temelini oluşturan Maastricht Anlaşmasının genel ortak düzenlemelerinde, Birliğin amaçlarına ulaşırken subsidiarite ilkesine saygı göstermesi gerktiğini belirtmektedir. Bağlı olarak, Avrupa Topluluğunun yenilenen kurucu anlaşmasının 38. Maddesinde, Topluluğun amaçlarını ve yetkilerini sıralayan maddelerden hemen sonra, subsidiarite ilkesine ilk defa resmi bir tanımlama getirilmiştir: “İkame (subsidiarite) ilkesi uyarınca, münhasır yetkisine girmeyen alanlarda Topluluk, yalnızca öngörülen eylemlerin üye devletler tarafından yeterli bir şekilde gerçekleştirilemeyeceği ve söz konusu eylemin boyutları veya etkileri nedeniyle Toplluluk düzeyinde daha iyi gerçekleştirileceği durumlarda müdahalede bulunur” . İkame ilkesi, yetkilerin ve dolayısıyla egemenlik hakkının, milli devlet ile Topluluk düzeylerinde kullanımı arasında tamamlayıcı bir ilişki kurmaktadır. Böylece bütünleşme süreci ile demokratik rejimin evrimi arasında karşılıklı etkileşim yaratmaktadır Toplumsal ve kamusal etkinlikler, Subsidier (destekleyici ve duruma göre yerine geçici) nitelikte olmalıdır. Daha büyük boyutlu toplumsal ya da kamusal birim, küçük birimin üstesinden gelemediği konularda etkinlikte bulunmalıdır. Temel birim, ancak yapmaya gücünün yettiklerini yapmalı ve yalnız onlardan sorumlu olmalıdır . Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jacques DELORS,(Maastricht'den sonra) Subsidiarite ilkesi ile ilgili raporun sunulmasına ilişkin Edinburg Zirvesi görüşmelerinin öncesinde,bu konuyla ilgili olarak, Subsidiarite ilkesinin kapsamının sınırları konusunda henüz yeterli değerlendirmeler yapılmamış olan, son derece dinamik bir kavramın sözkonusu olduğunu vurgulamıştır. Subsidiarite, sözleşmenin hedefleri doğrultusunda uygulanması gereken dinamik bir ilkedir. Bu ilke, koşullar ge-rektirdiğinde Birliğin etkinliklerinin genişletilmesine ve yetkilerin kullanılması için gerekçelerin olmadığı durumlarda da, tam tersine Birliğin etkinliklerinin sınırlanmasına ya da kaldırılmasına izin vermektedir . Ancak kavramın ”çok açık bir kavram olmadığına, subsidiarite'nin batı dillerinde ikincilik, tali olma anlamına geldiğine, bu nedenle terimin kavramı anlatmadığına” dikkati çeken görüşler de vardır. VI - AVRUPA BİRLİĞİ-YEREL YÖNETİMLER İLİŞKİ AĞLARI Bugün Avrupa Birliği ile birlik yerel yönetimleri arasında hızla yoğunlaşan bir ilişki ağından sözedilebilir. Bu ağlar sosyal, siyasal veya teknik amaçlı oluşturulmakla birlikte , fon kullanımı bakımından da önem taşımaktadır. Birçok yerel yönetimin geçmişte AB fonlarını başarıyla kullandıkları ve kazançlı çıktıklarından sözedilebilir. Farklı bölgeler ve yerel yönetimlerin AB fon ve kaynak maçında nasıl oynayıp kazandıklarını belirleyen oyunun kurallarını anlamak, yerel yönetimlerin Avrupa Birliğinin önerdikleri ve önerebileceklerinin hangi boyutu ile ilgilendiklerini anlamakta kilit konumdadır. Bütünleşmeye yönelik hareket hızlandıkça, AB fonları kıtlaştıkça ve daha odaklanmış hale geldikçe; Ayrıca bölgesel ve yerel farkllıklar büyümese de, sürdükçe;yerel otoritelerin sadece ulusal olarak değil aynı zamanda uluslararasında da daha fazla işbirliği yapmaları beklenebilir . A - TRANS-AVRUPA AĞLARININ ÖNEMİ Bu ortak çalışmaların temeli, bazı kaynaklarda “Avrupa Ötesi Şebekeler” , bazılarında ise “Trans-Avrupa Ağları” olarak adlandırılan girişimlere dayanmaktadır. ”Birlik vatandaşları, ekonomik faaliyette bulunanlar ve bölgesel ve yerel toplulukların, sınırları bulunmayan bir iç alanın yaratılmasından elde edilebilecek tüm avantajlardan yararlanabilmelerini sağlamak için”, topluluğun “ulaşım”, ”telekomünikasyon”ve “enerji” altyapıları sektörlerinde Trans Avrupa ağlarının kurulmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunması öngörülmüştür. Zaman içinde gelişen bu ağlar ilişkileri de yoğunlaştırmaktadır. Ancak, yerel yönetimlerin çoğunluğu başlarda Avrupa Birliği girişimlerini şekillendirmeye çalışmamışlarsa da aktiflik yanlısı olarak tanımlanabilecek yerel yönetimlerin daha kentli belediyeler oldukları veya çevre bölgeleri fikrini kendileriyle ilişkilendirmekte daha yetenekli davrandıkları söylenebilir. Bazı yerel idareler (örneğin Baden-Württemburg) Avrupa' daki teknoloji, araştırma ve ekonomik yapısı sinerji oluşturabilecek bölgelerle çokuluslu ortaklıklar oluşturmaya büyük önem vermektedir. Bu tür çokuluslu ortaklıklar AB nin ortak AR-GE proğramlarına erişebilmek için zorunludur. AB bu tür girişimleri ve kendini adamış liderliği, özellikle sınır ötesi işbirliği (INTERREG) proğramıyla özendirmektedir. Örneğin pek çok Fransız kenti Avrupalı muhatablarıyla karşılaştırıldıklarında çok daha küçük kalsalar da belediye başkanını bu harekette kilit unsur olarak tamımlamaktadırlar. Bu anlamda, Fransız kentlerinin küçük boyutları Avrupa çalışmalarında ortaklar bulmalarındaki ana etkiyi sağlamıştır. Kentler ya Fransız Hükümeti finansmanına seçenek olarak ya da ekonomik pazarda daha iyi konum elde etmek için veya kendi yerel siyasi liderlerini tanıtmak için Brüksel ile bağlantı kurmaya çalışmışlardır. Bu kentlerin ana siyasal önceliği,ister kamunun ister özel kesimin kesesinden çıksın yeni yatırım yapılmasını sağlamaktır. Bu girişimci kentlerin yerel siyasi liderlerinin pek çoğu için Avrupalı ve daha da iyisi uluslararası kent kimliği kazanmak ana amaçtı. AB nin proğramlarının gereksinmelerine uydurulmuş projelerle Brüksel'e ulaşıldı. Bazı bölgeler ve kentler Brüksel'de kendi lobi bürolarına sahiptirler. Bunlara örnek olarak Manchester, Sheffield ve Lille verilebilir. Büroların ana işlevi AB ile ilgili gelişmeleri izlemek, bölgeleriyle ilgili gelişmeler konusunda bilgi almak ve hem yerel yetkililer hem de özel kesim adına bağlantı ve girişimleri eşgüdümlemektir. Bürolar aynı zamanda yerel ticari ateşe gibi de çalışmaktadırlar ve bu çalışmaların maliyeti hiç de küçük değildir. Diğer yerel kuruluşlar ise Montpellier kenti örneğinde olduğu gibi kendileri için danışmanlar kullanmaktadırlar . Doğaldır ki Avrupa çapında kurulan bu ağlar çok daha ağırlıklı ve profesyonelce yaklaşımlara konu olmaktadır. Özellikle son 5 yılda, artan sayıda Avrupa ağları ortaya çıkmıştır. Bazıları AB desteğiyle belirmekle birlikte, çoğunluğu bölgelerin ve kentlerin kendileri tarafından kurulmuştur Örneğin Yerel Yönetim Halkla İlişkiler Bürosuna (1992) ilişkin 1994 tarihli bir yayın bu ağların sayısını 77 olarak ver-mektedir. Bu tür bir katılım hiç kuşkusuz yerel yönetimlerin ulusal düzeyde belirlenen hizmetlerin yerine getirilmesinden daha geniş bir çizgide düşünmelerini özendirmeye yardımcı olmaktadır. Bu ağların ortaya çıkması son yıllarda AB ve ulus-altı yönetimler anlamında en önemli gelişmelerden biridir. Bu ağlar, yerel otoriteler arasında sadece ulusal değil ulus aşırı düzeyde de işbirliğinin artmasına izin vermektedir. Bütünleşmeye yönelik politikaların bir parçası olarak, bazen AB fonlarınca desteklenen bu tür ağların amacı Brüksel'de lobi yapmak yanında, mali destek arayan belediyelere ve bölgelere teknik yardım yapılması ve bilgi sağlanmasıdır. Bu yönleriyle, sınırlar içinde ve arasında en iyi uygulamaları ve bilgi transferini aktarmaya ve ekonomik işbirliğini hızlandırmaya yardımcı olmaktadırlar. B - BAZI TRANS-AVRUPA AĞLARI Bunların bir örneği Avrupa Kentleri Komitesi'dir.(EUROCITIES) Bu kuruluş merkezi bir çok yerle birlikte, Birmingham ve Lyon gibi ikinci kentler ağını da kapsamaktadır 50 bin kişiye kadar olan küçük ve orta ölçekteki kentleri biraraya getiren Comission de Villes ağı yanında Avrupa Geçiş Kapısı Ağı Dortmund ve Montpellier kentini de kapsayan ağ da bulunmaktadır . Diğer çok uluslu gruplaşmalar daha uzmanlaşmış ağlardır.ve kömür sanayiindeki yeniden yapılanmayla yüz yüze kalan yerel alanlar üzerinde kurulmuş olan ve Brüksel'de RECHAR proğramı için başarıyla lobicilik yapmış olan kömür toplulukları kampanyasını da kapsamaktadır. Bir başka ağ özellikle İngiliz ve İspanyol çıkarlarını bir araya getiren motor sanayii sahalarının ağı olan, MILAN'dır. MILAN, “deneyimleri paylaşmak, yurtdışındaki üreticilerle bağlantı kurmak ve üye belediyelerle Avrupa düzeyinde ortak amaçları gerçekleştirmek için tasarımlanmıştır.” Üçüncü bir ağ AIR-LINE Havacılık-Uzay sanayilerini kapsamaktadır. Pek çok benzeri ağ bulunmaktadır ve gerçekten de ağlar oluşturma bu oyunun adıdır. Bazıları, AB nin yoksullarla ilgili proğramlarıyla ilgilenen EXCHANGE ağı gibi belirli AB proğramlarıyla bağlantılıdır. Burada amaç yoksulluğa karşı etkin olarak çalışacak çokuluslu ekiplerin yaratılmasıdır. Bir başka yerel yönetimler ağı, özürlüler için olanakların iyileştirilmesini amaçlayan HORIZON proğramı çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. AB nin DG-V birimi tarafından desteklenen Yerel Ekonomik Kalkınma (LEDA) proğramı küçük ölçekli girişimlerin bulunduğu belediyeler ağının geliştirilmesini teşvik etmektedir. İngiltere, Fransa, Belçika ve İspanya'daki yerel yönetimlerin ana faktörler olduğu ve büyük ölçüde geleneksel sanayilerin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bölgeler de bulunmaktadır. Diğer Avrupadaki Bölgeler ve Kentler (RECITE) ağının odaklaştığı alanlardan biri kamu taşımacılığıdır. POLIS, yeni teknolojiler ve trafik sıkışıklığıyla ilgilenenleri biraraya getirmektedir. QUARTIERS an CRISE ağı, belirli şehirlerdeki ciddi kentsel bozulmanın sorunlarıyla uğraşmaki çin tasarlanmış bir girişimdir . Bütün bu ağlar, Türk yerel yönetimlerinin gündemine bir anda girebilecek oluşumlar olmamakla birlikte, en azından yeni bir perspektif olarak ilgilenilmesi ve öğrenilmesi gereken uygulamalardır. VII - TÜRK YEREL İDARELERİ DÜZEYİNDE DURUM: Türkiye için bu tür lobi faaliyetleri henüz merkezi yönetim için bile yeterli etkinlikte işlerlik kazanamamışken, yerel yönetimler adına beklentiler belirtmek gerçekçi görünmemekte ise de yakın geleceğin neler getirebileceği tam olarak bilinememektedir. Ancak olumlu ve bazı yönleriyle benzer bir ilişki olarak, Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin bir projesinden sözedilebilir. ”Kutuplaşmaya karşı yerel yönetim-sivil toplum işbirliği” konulu olan ve 1994 sonunda başlatılan bu projenin, temel amacının: “ Türkiye'de siyasal ve toplumsal düzeyde giderek artan kutuplaşma eğilimine karşı yerel yönetimler ve sivil toplum örgütlerinin işbirliği ile ve kendi aralarında sağlayacakları uzlaşmalarla bir savunma mekanizması oluşturmak, kutuplaşma ve gerginlikleri yerel düzeyde, yüz yüze ilişkilerle çözmeye çaba göstermek amacıyla öncelikle Bursa, Çanakkale, İçel, Van illerinde başlatılan proje ile insan hakları ve demokrasi standartları açısından Türkiye'nin doğusu ile batısı ve Türkiye ile Avrupa arasındaki uzaklıkların aşılmasına katkıda bulunacak köprüler kurmayı da hedeflediği, dört şehir arasında kurulan köprülerin bir sonraki aşamada Avrupa şehirlerine bağlanmasının öngörüldüğü” yolunda bilgiler bulunmaktadır. Benzer bir faaliyet olarak 3-14 Haziran 1996 ‘da İstanbul'da Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşmeleri Merkezi (UNHSC) nin düzenlediği HABİTAT II Kent Zirvesi'ne de değinmek gerekmektedir. Gerek çok büyük bir sivil toplum hareketi olması, gerekse “insan yerleşimleri” gibi önemli bir konuyu dayanak alarak geliştirilmesi, toplantı yeri olarak İstanbul'un seçilmesini daha da anlamlı kılmaktadır. Toplantıyı yorumlayan bir yazara göre, ”Dünyada bir özne krizi yaşanmaktadır. Bu özne krizi artık yalnız devlete yahut özel kesimlere dayanan çözümlerin yetersiz olduğunu görmüştür.” Dünyanın aradığı yeni öznenin bir yandan yerel yönetimler bir yandan da sivil toplum örgütleri olduğunu savunan bu görüşe göre,”Şimdiye kadar çok güçlü olmayan sivil toplum örgütlerimiz genellikle başka öznelerin ne yapması gerektiğini söylemiştir. Oysa şimdi kendisi özne olarak role soyunmuştur.” . Öte yandan dünya çapında bir teşkilat olan Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA) üyeliği de yerel yönetim etkinliklerinde önemli bir yer tutmaktadır. IULA 1913 yılından bu yana dünyada yerel yönetimleri güçlendirmek ve geliştirmek, yerel topluluklar arasında işbirliğini ve bilgi aktarımını artırmak yönünde çaba göstermektedir. Genel merkezi Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan IULA, günümüzde tüm kıtalara dağılmış üyeleri ile, dünyanın en büyük ve güçlü yerel yönetim kuruluşlarının başında gelmektedir. IULA'nın altı bölge teşkilatından biri olan IULA-EMME, Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu Bölge Teşkilatı, kar amacı gütmeyen bir kuruluş olarak 1986 yılında İstanbul'da kurulmuştur. IULA-EMME'nin genel amacı, IULA'nın temel politikalarına uygun olarak, yerel demokrasiyi geliştirmek ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesine katkıda bulunmaktır. Bu genel amaç doğrultusunda IULA-EMME'nin faaliyetleri, belediyeler arasında bölgesel ve uluslararası işbirliğini teşvik etmek ve geliştirmek; Yerel yöneticiler için eğitim proğramları düzenlemek; Yerel yönetimlerle ilgili araştırma ve yayınlar yapmak; Ortak konularda bölgesel ve uluslararası kuruluşlarla işbirliğinde bulunmak başta olmak üzere, hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik diğer tüm yasal faaliyetleri kapsamaktadır. IULA-EMME, yerel yönetimlerle ilgili çeşitli bölgesel ve uluslararası kuruluşların ve kişilerin oluşturduğu geniş kapsamlı bir çalışma ağının odak noktasında yer almaktadır . Dünya'da meydana gelen değişmeler ve gelişmeler yerel yönetimler alanında da yeni yönetim yaklaşımlarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır.”Bunun, yönetim bütün toplumların hayatında giderek daha çok önem kazanması yanında, günümüz toplumunun en belirgin özelliklerinden biri olan örgütlü toplum olma özelliğinden kaynaklandığı söylenebilir” .Çağdaş yaşamın şekillendirdiği yeni toplumsal yapı ve ilişkiler bu yeni yönetim teknikleriyle değerlendirilmeye ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır.”Teknolojik gelişmeler, yeni buluşlar bu yaklaşımlara her gün bir yenisinin eklenmesine yol açmaktadır” . Bunun yanında gelecek asır bloklaşmaların önemini artırmaktadır. ”Önümüzdeki asırda ticaretin % 80'inin bloklar arasında cereyan edeceği, bu bloklaşmalar ışığında yerini şimdiden tayin edemeyen Türkiye'nin sıkıntılarla karşılaşacağı” öngörülmektedir. Türkiye bu açılardan 2000 yılına senaryosuz ve ütopyasız bir toplum olarak girmemelidir. Günün koşullarına yanıt veren ve gelecek algılamalarını şimdiden öngören politikaları ivedi olarak üretme gereği ile karşı karşıyadır. Kendi stratejistlerini yetiştirerek yabancı stratejistlerin bakış açılarına bağımlı olmaktan kurtulmalıdır. Özellikle Türkiye'nin içinde bulunduğu staratejik konumun aldığı yeni önem karşısında Türk yetkilileri daha çok fikir ve senaryolar üretmek ve bunları diğer ülkelerin stratejistleri ile sürekli tartışmak durumunda kalacaklardır. Bunu gerçekleştirmek için Türkiye, gerek yapısal gerekse entellektüel kapasitelere sahiptir. Ancak bu çalışmaların devlet ve özel sektör tarafından desteklenmeleri kaçınılmazdır . 1991 yılında Türk Dışişleri Bakanlığında senaryo üretmesi beklenen Siyaset Planlama Dairesi'nin altı kişilik kadrosuna karşın, Sovyetler Birliğinde 100 kişi senaryo hazırlıyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise devletin dışında da birçok özel kuruluş, ”think thank” (düşünce-bilgi deposu) görevini üstlenmekte ve senaryo üreten kuruluşları vakıflar ve özel sektör desteklemektedir. Yerel yönetimler bu yapılanmanın dışında kalmamalı ve özellikle Avrupa Birliği üyeliği karşısında yerel yetki, çıkar ve güçlerini belirleyerek, kendini koruma, uyum sağlama ve geliştirme çabası içinde olmalıdır. YORUM VE SONUÇ Dünya 2000 yılında yaklaşık 6.4 milyar nüfusla daha kalabalık, daha kirli, ekonomik ve ekolojik açıdan daha sorunlu olacaktır. Bu yıllarda dünyanın kentsel-kırsal nüfus dengesi, tarihte ilk kez kentsel nüfus lehine değişecektir. Nüfus artışı, sayı olarak daha fazla olacak, artan nüfusun % 90'ı az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkacaktır. 2000'li yılların dünyasının, endüstri toplumundan bilgi toplumuna, işgücü ağırlıklı ekonomiden yüksek teknoloji ağırlıklı ekonomiye, merkezi ağırlıklı yönetimden yerel yönetime, temsili demokrasiden daha katılımcı demokrasiye, planlı(merkezden) ekonomiden, sosyal piyasa ekonomisine, devlet karşısında bireyin haklarının daha önemli hale gelmesine doğru bir yönelim yaşayacağı tahmin edilmektedir. Türkiye de bu eğilimlerin etki alanı dışında kalamayacaktır. Bütün dünyada, ikibinli yıllara doğru toplumların yapılarında ortaya çıkan bu gelişmelerin odak noktasını kentler oluşturmaktadır. Demokrasinin yeniden kurulması ya da geliştirilmesi yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kalkınma, önemli ölçüde, “halkın yönetime etkin katılımı ve yerel kaynakların harekete geçirilmesi“ ile gerçekleşmiştir. Bu ülkelerde, yerel yönetimlerin birçok açıdan özellikle demokrasinin yaygınlaştırılması, yerel kaynakların harekete geçirilmesi, hizmet önceliklerinin belirlenmesi ve hizmet maliyetinin düşürülmesi açılarından, merkezi yönetime üstünlüğü kabul edilmektedir Küresel etkilerle meydana gelen yeni yapılanmaların ve etkileşimin zorunlu kıldığı, kentleşme, küreselleşme ve demokratikleşmeye duyarlı yeni ekonomik, toplumsal, kültürel ve yönetimsel politikaların geliştirilmesi ve özellikle yerel yönetim ve anakent yönetimlerine yeni yaklaşımlar getirilmesi ertelenemez bir gündem maddesi olarak kendisini duyurmaktadır. Ülkemizde iki düzeyli yönetim kademelendirilmesinde yetki dağıımı açısından, anakent belediyesinin temel alındığı bir sistem ortaya çıkmıştır. Halbuki yerel demokrasinin gerçekleşmesi için ilçe belediyelerinin temel alındığı ve anakent çapında hizmetlerin yönetimi ve koordinasyonunun anakent belediyelerine bırakıldığı bir sistemin uygulanması doğru ve işlevsel olabilirdiUygulamanın daha başarılı olabilmesi için, ilçe belediyelerinin nüfus ve yüzölçümlerinin yeniden gözden geçirilmesi ve bir kentde, anakent yönetimi uygulamasına geçişte bilimsel kriterler esas alınması da önem taşımaktadır. Anakent yönetimleri şu amaçları gerçekleştirebilme arayışı içinde olmalıdır: -Mevcut yerel yönetim yapı ve hizmetlerinin, etkinlik, işletme ve hakça hizmet dağılımı açılarından geliştirilmesi, -Yeni ve kapsamlı sorun ve hizmet alanlarına yönelme (çevre vb.), -Geleneksel yerel yönetim hizmetlerinin anakent ölçeğinde yaygınlaştırılması (toplu konut, ulaşım vb.), -Anakent ölçeğinde ekonomik gelişmeyi özendirme, kentsel metropolitan gelişmeyi planlama ve denetleme, -Yerel yönetimi, anakent yönetimini, yerel topluluk üyelerine, anakentlere açma, katılımlarını gerçekleştirme ve daha insani, halka dönük, çoğulcu demokratik bir anakent yönetimi oluşturma. Türkiye'nin Avrupa ve A.B,D.'deki imajını düzeltmesi ve parlatması kültürel olarak Avrupa'yla özdeşleşmek anlamına gelmeyebilir. Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesinin ekonomik ve kültürel olmak üzere iki yönü vardır. Ekonomik açıdan Türkiye Avrupa'ya “yetişmek” durumundadır. Ancak kültürel bütünleşmeyi aynı gözle görmek ne kadar doğrudur? Bir ülkenin kültürü diğerinden geri kalmış olamaz. Olsa olsa “farklı” olur. Bu yaklaşımın tek istisnası “demokrasi kültürü” dür. Türkiye kültürel açıdan Avrupa'ya katkıda bulunabilir. Ama demokrasi kültüründe Avrupa'dan çok şey almak durumundadır. Özellikle metropol kentler artık sanayi merkezleri olmaktan çıkıp, bilgi ve hizmet merkezleri haline gelmektedir. Küresel bir ekonomik düzen içinde bazı kentler, uluslararası bilgi merkezleri, “Dünya kentleri” olarak işlev görme şansını yakalama durumundadırlar. Dış dinamiklerin yanında, kentlerin sunabildikleri kendi olanakları, kentsel altyapı, kurumlar, kentsel hizmetler, yetişmiş insan gücü ve kentsel çevre kalitesi gibi unsurlar burada belirleyici rol oynayacaklardır Dünya Kenti olma şansını yakalayan kentlerdeki her kesim de buradan kendi paylarını alma durumunda olacaktır . İyi bir belediye yönetimi denildiğinde, “etkinlik, demokratikleşme, katılım ve çoğulculuk ilkeleri ile yönetimde yaratıcılık ve çeşitliliğin üretilmesi yanında, çeşitlilik ve çoğulculuk içinde toplumsal sistemin tümüne ilişkin amaçların gerçekleştirilmesi” tek tek irdelenmelidir. Kollektif unsurları içeren bu yaklaşım yerel yöretimlerin kendi aralarında ve merkezi yönetimle olan ilişkilerinde de geçerlidir. “Decentralization” (Yerinden yönetim) olayına önem verirken “Deconcentration” (Yetki genişliği) konusunda da geri durulmamalı ve belki de yerel yönetim reformunun ilk aşaması olarak, merkezi idarenin yetki genişliği çerçevesinde reform yapılması gerekmektedir. Birçok sosyolog, şehirciliğin, kentsel hayatın demokratizasyonu yönünde, kentliler, teknisyenler ve seçilmiş yerel yöneticiler arasında gerçekleştirilecek bir işbirliğini zorunlu görmektedir. Fakat bu üçlü içinde asıl rol, birincilere düşmektedir. Ancak kentli yurttaşlar, kentin gerçek sahipleri, herkesten iyi bildikleri gereksinim ve isteklerini belirleyip, zenginleştirerek merkezi ve yerel yönetimler karşısına çıkabilirlerse, kendi hayat biçimlerinin ve kültürlerinin uzantısı bir kente sahip olabilirler. ”Vekalet demokrasisi “ artık “katılım demokrasisi” ile birlikte olmak zorundadır . Yerel yönetimler her düzeyde (kent, metropol, bölge, ülke) kendi aralarında işbirliğine gitmeli, kendi aralarında “forum” oluşturucu yerel yönetim birliklerini kurmalıdırlar. Ülke çapında, yerel yönetimleri temsil eden, haklarını koruyan, yerel yönetimlerin sesi olan bir örgütlenme gerçekleştirilmelidir. Bu şekilde, yerel yönetimler, birlikleri, ya da diğer işbirliği organları aracılığı ile merkezi yönetimle ilişkilerini güçlendirmelidirler. Yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasında ulusal, bölgesel, metropol ve kent ölçeğinde, işbirliği ve koordinasyon sağlayıcı ortak kurullar, ortak birimler geliştirilmelidir. Bu tür yapılanmalarla, merkezi yönetim yöneticileri ile yerel yöneticiler eşit düzeyde, ortak bir platformda biraraya gelmelidirler. Günümüz koşullarında vesayet genel değil, işlevsel olmak zorundadır. Vesayetin örgütsel bir anlam ve geçerliliğinin bulunması “pederşahi himaye” biçiminden kurtularak, “sosyo-ekonomik yarar” temeline oturtulmasına bağlıdır. Örneğin yerel yönetimler, ülke ölçeğinde, kendi aralarında, bütün siyasi eğilimleri temsil edecek biçimde işbirliğine gitmeli, Türkiye Yerel Yönetimler Birliği'ni kurmalıdırlar. Böyle bir oluşumun gerçekleşmesinden sonra, ülke çapında bir “Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim Ortak Kurulu” kurulmalıdır. Öte yandan Avrupa Birliği ile ilişkilerle, Türkiye'deki birkaç büyük kentimizin dünya metropolleri arasındaki iletişim ağının düğüm noktalarına girmede bir rekabet fırsatı elde etmesi, bu kentlerin ileri teknolojiyle beslenmiş ve doymuş çağdaş altyapı gereksinmelerini gündeme getirmiş bulunmaktadır. ABSTRACT The objective of this study is to excamine Turkish Metropolitan Administration which contains two tiers...This study is focused on the problens of Greater City Municipalities and the generalisations and proposals developed regarding to upper tier. After 1950's, Turkey started changing the static social structure of 1930's.As a result of modernisation in agriculture the labor surplus pushed to urban centers. After 1960's, metropolitan areas started becoming a dominant factor in the country's urban scene.Heavy population concentration originated from immigration process, intensified the imbalance between the supply and demand of municipal services in the metropolitan areas where the dynamism of social structure reflects itself.All the problems and bottlenecks caused by this imbalance,tried to be solved by unchanged mechanisms and institutions.Local administrations have kept particularities of existence in a static society.Meanwhile the development of municipalities was hindered by the heavy tutellage established on them by the central goverment. Recodnizing this situation and preblems, in 1984 a legal reform has been initiated and a new Turkısh Metropolitan Administration System is intruduced and applied.So this study is concentrated on Turkısh Metropolitan Administration practices. The main findings of the study ar, the two tier Metropolitan Administration System followed ın Turkey seems to be useful but it seems that it needs to be further developed . One of the problems is the interrelations between the two tiers is not sufficiend Metropolitan planning has been regarded as a physical planning process not taking into consideration with national planning adequately.Meanwhile dynamic and strategic planning approaches are not well developed The system should be developed in such a way ; in the upper tier productivity and efficiency should be maximized meanwhile in the lover tier, democratic participation should be maximized. For the selection of metropolitan areas for establishing metropolitan administration on the national scale in the light of some existing urban theories certain creteria should be used such as population size, urban population density. The metropolitan planning system as a whole should be developed, regarding it as a comprehensive planning process with strategic and dynamic dimensions. The basic function of the municipalities should be a better execution of the macro level management activities such as planning coordination, follow up and ınspection. On the other hand, people's participation in the provision of the public services through voluntary organisations such as foundation and associations has to be encouraged. KAYNAKÇA AÇIKALIN,Ayhan ......1977, “Büyük Kent Belediye Başkanları Sorunu” Büyük Kent Belediyeleri ve ................Sorunları Sempozyumu, Ankara:Mülkiyeliler Birliği Yayını. AK, İnci .....1981, Metropolleşme Sürecinde Türkiye Araştırması, ve İzmir Ölçeğinde ...............Çözüm Ankara: DPT Yayını AKALIN, Güneri .......1994, “Türkiye'de Mahalli İdareler Hizmetleri ve Finansman Reformu ..................Çağdaş Yerel Yönetimler. III, 2. AKÇURA, Tuğrul ........1969, “Optimal Şehir Büyüklüğü ve Türk şehirleri” IX.İskan ve Şehircilik ...................Konferansları,Ankara: AÜ SBF Yayınları 284, Sevinç Matbaası. AKMAN, Vedat .....1993, Avrupa Topluluğu ve Türkiye, İstanbul: Alfa Basım. AKŞİT, Bahattin .......1985, Köy, Kasaba ve Kentlerde Toplumsal Değişme (Toplum, Siyaset ve ..................Kültür Dönüşümleri Üzeriner Araştırmalar), Ekonomik ve Sosyal ..................Araştırmalar:7, Turhan Kitapevi, Ankara AKTAN, Tahir ..1974, “Mahalli İdarelerin Bazı Sorunları Üzerine” Amme İdaresi Dergisi, VII, 2, ................Haziran. ALKIŞ, Nur ... 1994, “Siyasette Gecekondu Damgası”6 Nisan Cumhuriyet Gazetesi. Ankara Dönüşüm ve Gelişim Projeleri, ...1994, Ankara:Bil Ofset. ARSLAN, Süleyman ....1978, Merkezi İdarenin Mahalli İdareler Üzerindeki Denetimi, Ankara:AİTİA ..................Yayını:109. Avrupa Birliği ve Türkiye, ..1996, Ankara:Başbakanlık DışTicaret Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel ................Müdürlüğü(3.Baskı) Ocak. Avrupa Konseyi, ..1992, Ankara:AÜ Basımevi. Avrupa Topluluğu Nedir? ......Ankara:Nüve Matbaası Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı KarşısındaTürkiye ve Diğer Üye Ülkeler (UluslararasıKonferans,16-17 Kasım 1995 Antalya) ... 1996, Ankara:TBD, KAV, Akdeniz Belediyeler Birliği. BAĞCI, Hüseyin ...1994, Balkanlar (1991-1993), Ankara: DışPolitika Enstitüsü. BAĞLUM, Kemal ....1992, Beşbin Yılda Nereden Nereye Ankara, Ankara BARNET, Richhard, John, CAVANAGH ....1995, Küresel Düşler (Çev.Gülden Şen) İstanbul: Sabah Kitapları. Belediye Başkanları ve Faaliyetleri (27 Mart 1994-27 Mart 1995) ......1995, Ankara:Ankara Büyükşehir Belediyesi. TÜRKCAN, Ergun (Ed.) Belediye İşlevlerine Nicel Bir Yaklaşım (Belediyecilik Araştırma Projesi İkinci Kitap) Türk İdareciler Derneği Bilimsel Araştırma Dizisi 2 Belediyeler ve Tüketicinin Korunması, ......1994, Ankara: TBD, KAV Mahalli İdareler Eğitim Araştırma,Geliştirme .................Merkezi BİLGEN, Hürriyet G ,Gül Berna ÖZCAN ...1989, İmar ve Şehir Planlama Mevzuatının Cumhuriyet Dönemi Türk .................Mimarlığına ve Şehir Planlamasına Etkileri, Ankara:TBMM .................Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları,38. BİLGİN, Kamil Ufuk ...1993, Türk Kamu Yönetiminin Avrupa Topluluğuna Uyumu, Ankara:AÜ .................ATAUM Araştırma Dizisi, 10. BİNATLI, Cüneyt ...1977, Belediye Hizmetleri Finansmanı, Eskişehir:Eskişehir İTİA Basımevi. BOZKURT, Ömer ......1994, “Türk Yönetiminin Avrupa Topluluğuna Yönelik Örgütlenişi”,Amme .................İdaresi Dergisi XXVII , 1. Mart BRZEZİNSKİ, Zbigniev ...1994, Kontroldan Çıkmış Dünya (Yirmibirinci Yüzyılın Arifesinde Dünya .................Çapında Karmaşa), Çev:Haluk Menemencioğlu, Doğuş Matbaacılık, .................T.İş Bankası Kültür Yayınları Genel Yayın:337, Sosyal Felsefi Dizi:41. BUMİN, Kürşat ... 1990, Demokrasi Arayışında Kent, İstanbul:Ayrıntı Yayınevi, Ocak. Çankaya Belediyesi Kurumsal Gelişme ve Reorganizasyon Projesi ...1990, Ankara:FDY Yönetim, Planlama, Çevre Danışmanlığı ÇELİKKAYA, İlhan ...1981, “Belediye Cezaları Etkindir, Yeter ki Yasalar Uygulansın”, İller ve .................Belediyeler Dergisi:428, Haziran ÇETİNER, Ayten ...1972, Şehircilik Çalışmalarında Donatım İlkeleri, Gümüşsuyu. Çevre ve Yerel Yönetim ...1993, İstanbul:Yerel Yönetimin Geliştirilmesi Proğramı El Kitapları Dizisi, Kent .................Basımevi, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Bşk. IULA-EMME. ÇEZİK, Asuman ...1980, İngiliz Mahalli İdareleri İçinde Büyük Londra İdaresi GLC (Greater .................London .Council) ve Çalışmaları, DPT Yayını, DPT:1710-SPD:319. ÇORUH, Selahattin ...1981, “Turizm Belediyesi ve Turizm Zabıtası Sorunu”, İller ve Belediyeler .................Dergisi, 433, Haziran. Değişen Çankaya (GEÇAK), ......Çankaya Belediyesi Yayını. De LOUVE, P.H.Chombart ...1968, Şehirliler ve Şehir, (Çev:Ela BLEDA), Ankara:İmar ve İskan ..................Bakanlığı Sosyal Araştırma Dairesi Çeviri Serisi:4. Demokrasinin Tabana Yayılmasında Yerel Yönetimlerin Önemi, ...1994, Ankara:Stratejik Araştırmalar Vakfı, Şubat. DUYGULUER, Feridun ...1989, İmar Mevzuatının Cumhuriyet Dönemi Mimarlığına ve Şehir .................Planlamasına Etkileri, Ankara:TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu .................Yayınları:38. Dürüst ve Şeffaf Belediyecilik, ......1995, Ankara:TBD, KAV, Erk Yayıncılık, Nisan. ELBUZ, Leyla ...1979, Planlı Değişme, Ankara:Hacettepe Üniversitesi Yayını EKE, Ali Erkan ...1982, Anakent Yönetimi ve Yönetimlerarası İlişkiler, Ankara:AÜ SBF .................Yayınları, 505. ERDUMLU, Güngör ...1993, Büyükşehir Belediyeleri Araştırması, Ankara:DPT Sosyal Planlama .................Genel Müdürlüğü, Araştırma Dairesi Bşk. Haziran. ...1996, Belediyelerde Performans Ölçülmesi, Ankara:DPT Sosyal Sektörler ve .................Koordinasyon Genel Md. Araştırma Dairesi Bşk. Ağustos. ERENÇİN, Arif ... 1994, “Yerel Demokrasi ve Yerel Yaklaşımlar”, ÇağdaşYerel Yönetimler, ll, 5 .................Eylül. ERGUN, Turgay ...1981, Türk Kamu Yönetiminde Önderlik Davranışı, Ankara: TODAİE Yayını .................191. ERGUN, Turgay, Aykut POLATOĞLU ...1988, Kamu Yönetimine Giriş, Ankara:TODAİE Yayınları, 222 (Üçüncü .................Basım). ERSOY, İlhan ...1977, “Büyükkentlerde Konut Sorunu”, Büyükkent Belediyeleri ve Sorunları .................Sempozyumu, Ankara:Mülkiyeliler Birliği Yayını. GERAY, Cevat ...1994, “Yerel Yönetimlerin Eğitim ve Kültür İşlevleri” Çağdaş Yerel Yönetimler, .................lll, 6, Kasım. GERAY, Cevat, Can HAMAMCI ...1994, Belediyecilik Eğitimi, Ankara:TBD, KAV, Mahalli İdareler Eğitim, .................Araştırma, Geliştirme Merkezi Araştırma Dizisi:2. GÖĞÜŞ, Zeynep ...1991, Bir Avrupa Rüyası, İstanbul:AFA Güncel Olaylar Dizisi:7, Ekim. GÖKÇEER, Fikri ...1994,.“Şehirlerimizde Sürdürülebilir Gelişmenin Değişim Yönleri”, .................Ankara:Çağdaş Yerel Yönetimler, lll, 2, Mart. GÖRMEZ, Kemal Yerel Demokrasi ve Türk Belediyeciliği, Hizmet İş Sendikası 1993, “Türkiye'de Anakent Yönetiminin Sorunları”, Çağdaş Yerel Yönetimler, ..................II, 1, Ocak GÖYMEN, Korel ...1982, “Kentle Bütünleşme Sürecinin Yönetsel Boyutu”, Kentleşme Sürecinde .................Bütünleşme Sorunları ve Çözümler Semineri, Ankara. GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref ...1988, Yönetim Hukuku, S Yayınları,(Üçüncü Basım). GÜÇLÜ, Abbas ...1987, “Belediyeler Çıkmaz Yol Projesi Uyguluyor”, 16 şubat Milliyet Gazetesi. GÜLER, Birgül Ayman ...1992,.Yerel Yönetimler (Liberal Açıklamalara Eleştirel Yaklaşım), ..................Ankara:TODAİE Yayını:244. ...1994, “İl Özel İdaresi Gelirleri:1925-1990”, Ankara:Çağdaş Yerel Yönetimler, .................lll, 3, Mayıs. ...1995,.“İl Özel İdaresi Harcamaları:1925-1990”, Ankara:Çağdaş Yerel .................Yönetimler, lV, 3, Mayıs. ...1996,.Yeni Sağ ve Devletin Değişimi (Yapısal Uyarlama Politikaları), .................Ankara:TODAİE Yayını 266, Nisan. GÜLÖKSÜZ, Yiğit, İlhan TEKELİ ...1983, “Kentleşme, Kentlileşme ve Türkiye Deneyimi”, Cumhuriyet Dönemi ..................Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul:İletişim Yayınları,Vl. Güneydoğu ve Yerel Yönetimler Sempozyumu, ...1994, TBD, KAV (26-27 Ekim Diyarbakır). GÜRAĞAÇ, Hatice ...1992, Belediyelere Teknik ve Mali Yardım, Ankara:Bayındırlık ve İskan .................Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Md.Yayın No:56. GÜRER, Yılmaz ...1969, “Metropol Planlaması ve Türkiye'de Geliştirilen Metodlar”, Türkiye'de .................Metropolitan İdareler, Ankara: TBD Yayınları. HUNTİNGTON, Samuel P. ......1993,.Üçüncü Dalga (Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma), .................Çev:Ergun ÖZBUDUN, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara İnşaat Sektörünün Ekonomideki Sürükleyici Rolü Açısından Toplu Konut Uygulamaları Semineri ...1983, BAZAAR İnternational Dergisi. İSBİR, Eyüp ...1982, Kentleşme ve Metropolitan Alan Yönetimi, Ankara: AİTİA Yayını:185. ...1986, Şehirleşme ve Meseleleri (Çevre, Mesken, Yönetim) Ankara:Ocak .................Yayınları. JOHANSSON, T ...1981,.“Kentiçi Toplutaşımda Otobüs Sistemleri” (Çev:Göktuğ Morçöl), .................Toplutaşım 1-2, İller ve Belediyeler Dergisi 425 ve 426. KARLUK, Rıdvan ...1990, Uluslararası Ekonomik Kuruluş ve Birleşmeler, Bilim Teknik Yayınevi, .................Mayıs. 1994, Avrupa Birliği ve Türkiye, Eskişehir:Birlik Matbaası KARTAL, S.Kemal ...1978,.Kentleşme ve İnsan, Ankara:TODAİE Yayınları No:175. 1983, .................Türkiye'de Kentlileşme, Ankara:Yurt Yayınevi. KELEŞ, Ruşen ...1972, Şehirciliğin Kuramsal Temelleri, Ankara:AÜ SBF Yayınları, 332. ...1984, Kentleşme ve Konut Politikası, Ankara:AÜ SBF Yayınları, 540. ...1985, “Türkiye'de Anakent Yönetimi”, Ankara:Amme İdaresi Dergisi, XVIII, ...1987, “Belediye Gelirleri”, Ankara:Amme İdaresi Dergisi, XX, 4, Aralık. ...1989, “Kentleşme ve Konut Politikaları”, “Konut Politikalarımız”, Ankara:AÜ .................SBF Dergisi. ...1993, Kent ve Siyaset üzerine Yazılar (1975-1992), İstanbul:Kent Basımevi, .................IULA-EMME. .....1994, Fransa ve İspanya'da Yerinden Yönetim, Ankara:TBD, KAV, Mahalli .................İdareler Eğitim, Araştırma Geliştirme Merkezi. KELEŞ, Ruşen, Artun ÜNSAL ...1982, Kent ve Siyasal Şiddet, Ankara:AÜ SBF Yayınları,507. KELEŞ, Ruşen, Fehmi YAVUZ ...1983, Yerel Yönetimler, Ankara:Turhan Kitabevi.Konut Sorunu (Toplu Konut .................Uygulama Sonuçları ve Son Zamanlardaki Gelişmeler) ...1988, Ankara:Türkiye Ticaret Sanayi Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret .................Borsaları Birliği Yayını Genel:95, AR-GE: 36. KÖKSAL Tunay, ...1993, Belediye Hizmetlerinin Özelleştirilmesi Yöntemleri ve Uygulamaları, .................Ankara:DPT Uzmanlık Tezleri, Yayın DPT:2328-KGM:571, Ağustos. “Kutuplaşmaya Karşı, Yerel Toplum Sivil Toplum İşbirliği” 1996, 11 Nisan Tarihli Milliyet Gazetesi. LABORIT, Henri ...1990, İnsan ve Kent, Çev:Bertan ONARAN, İstanbul:Payel Yayınları:92, Bilim .................Kitapları:35, Aralık. Mahalli İdareler ve Büyükşehir Yönetimi (Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu) .....1994, Ankara:DPT Yayını:2364, ÖİK:431. Metropolitan Yönetim Dünya'da ve Türkiye'de , 1987, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Marmara ve Boğazları Belediyeler .................Birliği, İstanbul MORÇÖL, Göktuğ ...1981, “Toplutaşım I ve II”, Ankara:İller ve Belediyeler Dergisi:425 ve 426. OKUTAN, Atakan ...1995, Türkiye'de Kentleşme ve Siyasal Yapı, Ankara:Türk Demokrasi Vakfı. ÖNCÜ, Erhan ...1990, “Kentiçi Ulaşım Yatırımlarında Karar Süreçleri ve Türkiye İçin Bir Model .................Önerisi”, 3.Toplutaşım Kongresi içinde, Ankara:Desen Matbaası. ÖZDEŞ, Gündüz ...1972, Şehirciliğe Giriş ve Toplum Ölçeği, İstanbul. ÖZER, Ahmet ...1994, “GAP Bölgesi Belediyelerinin İçinde Bulundukları Durum”, Güneydoğu .................ve Yerel Yönetimler Sempozyumu içinde. ÖZER, İlhan ...1985, “Genel Bütçe Gelirlerinden Mahalli İdarelere Pay Verilmesi Konusunda .................Son Gelişmeler”, Ankara:Amme İdaresi Dergisi, XVIII, 1, Mart. PAZARCI, Hüseyin ...1991,.Avrupa Topluluklarının Uluslararası İlişkileri (Hukuksal Çerçeve), .................Ankara:ATAUM Araştırma Dizisi:8. PEKER, Ömer ...1994, Yönetici Eğitimi, Ankara:TODAİE Yayınları:257. ...1995, Yönetimi Geliştirmenin Sürekliliği, TODAİE Yayınları 258. PİRLER, Orhan ...1994,.“Belediyelerde Çevre Temizlik Vergisinin Uygulanması”, .................Ankara:Çağdaş Yerel Yönetimler, III, 2, Mart. Sayılarla Ankara ...1994, Ankara:Ankara Büyükşehir Belediyesi APK Başkanlığı. SEZER, Birkan Uysal ...1987,..Yerel Yönetimin Çevresi-Halkla İlişkiler ve Kanaat Araştırmaları”, .................Ankara:Amme İdaresi Dergisi, XX, 1, Mart. TANRIVERDİ, Atilla ...1996, “Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği Sürecinde Türkiye” Denetim Dergisi, .................Yıl:11, Sayı:89, Ocak-Şubat. Tek Pazardan Ekonomik ve Parasal Birliğe Avrupa Birliğinin Yetkileri ve Karar Alma Mekanizmaları. TEKELİ, İlhan, Selim İLKİN ...1993,.Türkiye ve Avrupa Topluluğu (Ulus Devletini Aşma Çabasındaki .................Avrupa'ya Türkiye'nin Yaklaşımı), 1. ve 2. Kitaplar, Ankara:Ümit .................Yayıncılık. TOLAN, Barlas ...1977, Büyükkent Sorunlarına Toplu Bir Bakış, Ankara:Kalite Matbaası, .................Ankara:AİTİA Yayını:99. TORTOP, Nuri ...1984, Mahalli İdareler, Ankara:TODAİE Yayınları:21. 1994, “İngiltere'de Yerel İdare Bütçeleri”, Çağdaş Yerel Yönetimler, III, 5, .................Eylül 1994, “Fransa'da Komün'lerin (belediye'lerin) Bütçeleri, Giderleri ve Gelirleri”, Amme İdaresi Dergisi, XXVII, 3, Eylül. 1995, “Yerel İdarelerin Personel Sorunları ve Fransa Örneği”, Çağdaş Yerel Yönetimler, IV, 3, Mayıs.r TORTOP, N. İSBİR, E.G., AYKAÇ, B. 1993, Yönetim Bilimi, Yargı Yayınları, Ankara TÜRKCAN, Ergun (Ed.) 1978 Türkiye'de Belediyeciliğin Evrimi, Belediyecilik Araştırma Projesi, Türk İ dareciler .................Derneği Bilimsel Araştırma Dizisi:2 Birinci Kitap), Ankara:Ayyıldız .................Matbaası. Türkiye'de Kentleşme, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, Türkiye'nin Sorunları Dizisi:7 Üçüncü Toplutaşım Kongresi ...1990, Ankara Büyükşehir Belediyesi, EGO Genel Müdürlüğü, (13-15 Haziran .................1990), Desen Matbaası. ÜNLÜ, Halil ...1993a)Yerel Yönetimlerarası İşbirliği, İstanbul: Yerel Yönetimin Geliştirilmesi .................ProğramıEl Kitapları Dizisi, Kent Basımevi. ...1993b)Yönetimlerarası İlişkiler, İstanbul:Yerel Yönetimin Geliştirilmesi .................Proğramı El Kitapları Dizisi, Kent Basımevi. ÜNÜSAN, Teoman ...1994, “Yerel Yönetim Reformu”, Ankara:Çağdaş Yerel Yönetimler, III, 2, Mart. VAROL, Muharrem ...1989, Yerel Siyasetin Demokratikleşmesi, Ankara:Gündoğan Yayınları. YALÇINDAĞ, Selçuk ...1988, Yerel Yönetimler İçin Yeni Model Arayışları, Ankara: Amme İdaresi .................Dergisi, XXI, 3. YAŞAMIŞ, Firuz Demir ...1994, “Çevresel Ölçüt ve Standartlar”, Ankara:Çağdaş Yerel Yönetimler, III, 6, .................Kasım. YAVUZ, Fehmi ...1975, Çevre Sorunları, Ankara:AÜ SBF Yayınları:385. 1980, Kentsel .................Topraklar (Ülkemizde ve Başka Ülkelerde), Ankara:AÜ SBF .................Yayınları:452. YAVUZ, Fehmi, Ruşen KELEŞ, Cevat GERAY, ...1973, Şehircilik, Ankara. YAYLA, Yıldızhan ...1977, “Türkiye'de Belediyelerin Temel Sorunu”, Onar Armağanı, İstanbul. Yeni Bir Belediyeciliğe Doğru ...1982, (Ed. Ergun Türkcan), Belediyecilik Araştırma Projesi Türk İdareciler .................Derneği Bilimsel Araştırma Dizisi:2, Birinci Kitap, Ankara:Ayyıldız .................Matbaası. Yerel Özerklik, Demokrasi ve Halkın Katılımı ...1995, Ankara:TBD, KAV, (14 Nisan 1995). Yerel Yönetim Bankacılığı, ...1993, Yerel Yönetimin Geliştirilmesi Proğramı Raporlar Dizisi:2, İstanbul:Kent .................Basımevi. Yerel Yönetimler ve Habitat II ...1996,.Ankara:TBD, KAV,Mahalli İdareler Eğitim ,Araştırma Geliştirme .................Merkezi, Şubat. Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma, ...1994, Ankara:Uluslarası Yerel Yönetimler Semineri. Yerel Yönetimler (Sorunlar, Çözümler), ...1995, İstanbul:TüSİAD-T/95-9/184. Eylül. Yerel Yönetim Tartışmaları, ...1994, İstanbul:Bireşim Yayınları, Mart. Yerleşme ve Şehirleşme, ...1995, Ankara:Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu .................Raporu. YETER, Enis ...1994, “Tüketicilerin Korunması ve Belediyeler”, Ankara: Çağdaş Yerel .................Yönetimler, III, 3, Mayıs. YÖRÜKAN, Ayda ......1969, Modern Şehir ve İnsan Sağlığı, Ankara:İmar ve İskan Bakanlığı .................Mesken Genel Müdürlüğü Çeviri Serisi:17, (Derleme ve Çeviri). YÜKSEL, A.Sait ......1975,.Türkiye İlişkileri Açısından AET, Eskişehir:Eskişehir İTİA Yayınları .................No:157/99,Avrupa Toplulukları Enstitüsü Yayınları:12 KISALTMALAR CETVELİ A.B......................................:.Avrupa Birliği a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.g.t. : Adı geçen tebliğ A.İ.T.İ.A...............................:.Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi A.T.......................................:.Avrupa Topluluğu A.T.A.U.M...........................:.Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezi A.Ü.......................................:.Ankara Üniversitesi bkz........................................:Bakınız C..........................................:.Cilt Çev......................................:.Çeviren Der.......................................:.Derleyen D.P.T...................................:.Devlet Planlama Teşkilatı Ed.........................................:.Editör Fak......................................:.Fakültesi G.A.P...................................:.Güneydoğu Anadolu Projesi I.U.L.A.-E.M.M.E.................:.International Union of Local Administration ..............................................(Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği -.Doğu Akdeniz ve ..............................................Ortadoğu Bölge Teşkilatı K.A.V...................................:.Konrad Adenauer Vakfı M.E.B....................................: Milli Eğitim Bakanlığı S..........................................:.Sayı s...........................................:.Sayfa S.B.F...................................:.Siyasal Bilimler Fakültesi T.B.D...................................:.Türk Belediyecilik Derneği T.O.D.A.İ.E..........................:.Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü T.Ü.S.İ.A.D...........................:.Türk Sanayici ve İşadamları Derneği