Marka Ceviz.
Ceviz üretiminin Kırşehir’de artması ve Kaman Cevizi’nin patentinin Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden Ahi Evran Üniversitesi’ne geçmesiyle birlikte, Kaman Cevizi markalaşma noktasında önemli adımlar atmaya devam ediyor. Cevizin başkenti olarak kabul edilen Kaman'da, ceviz üretimine dönük bahçelerin sayısının artması ve kaliteli ceviz üretiminin yaygın hale gelmesi ile başlayan ceviz üretim ve satışındaki yükseliş cevize olan ilgiyi de arttırmış durumda. Türkiye'de ceviz üretiminin yüzde 90'ının Kaman'dan karşılandığı ortaya çıktı. Geçen hafta bu haberimizde ayrıca cevizin sağlık için inanılmaz yararları sıralanıyordu.
Ne güzel bir yemiştir ceviz, son dönemlerde sağlık programları, diyet reçetelerinin baş aktörüdür, suya konur bekletilir, adetle her sabah yenir vb. Onunla diyet yapmak mümkün müdür bilemem hanımlara sormalı. Bana ceviz derseniz aklıma gelecek son şey diyettir. Onun yerine cevizli kek, kurabiyeler, baklavalar gelir. Hele Antakya’nın muhteşem ceviz reçeli gelir ki, nefasette ikinci sırayı onun ardından patlıcan reçeli alır. O muhteşem vanilya kokusuyla…
Neyse efendim, nerde kalmıştık? Bir de ağacı vardır, batıl inanç sahiplerince pek uğurlu sayılmayan ama kerestesi çok değerli olan, uzun ömürlü kalın gövdeli bir ağaç. Eskiden mobilya alırken mutlaka ahşap ve mutlaka ceviz arardık.
Ve o ağacın muhteşem şiiri tabii… Nazım Hikmet’in kendisini özdeşleştirdiği bir ağaç olan ceviz ağacını anlattığı şiiri. Buram buram özlem, sevgi kokan bir şiir. Anlatılan odur ki, Gülhane Parkı’nda sevdiği Piraye ile buluşacaktır ama o tarihte aranan biri olduğu için polisi görünce o cevize saklanır, sevdiği onu arar ama seslenemez ona. Tam öyle yaşanmasa da, saklanmak zorunda kalanların arzulayacağı bir ağaçtır ceviz ve Nazım hem cevizi hem özlemini öyle güzel anlatır ki…
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Nazım'ın dizeleriyle kentimizi ve sevdiğimizi bir ceviz ağacının yaprakları ile seyredip, onlara dokunduktan sonra bir de İhsan Oktay Anar’ın kaleminden ceviz ağacına bakalım dedim. Eski Osmanlıcanın mükemmel bir nüktedanlıkla harmanlandığı yaratıcı sözcükleri ile Puslu Kıtalar Atlası müthiş bir felsefi serüvendir. Kitabın bir bölümünde dibine "uyku şurubu" dökülen bir ceviz ağacı anlatılır. Şöyledir o bölüm:
"Yeşil uyku şurubunu avludaki ceviz ağacının dibine dökmeyi ihmal etmedi. Ertesi yıl mahalledekiler, bu ağacın cevizlerinden yiyen çocukların haşaratlıklarından vazgeçerek gece yarısı uyanıp zırlamadıkların keşfedeceklerdi. Sonradan ünü bütün Konstantiniyye’ye yayılacak olan bu ağaç, yiğit bir nesil yerine uykucu bir gençliğin yetişmesine sebep olacağı korkusuyla padişah fermanıyla kesilecekti."
(Anar, İhsan Oktay (2008), Puslu Kıtalar Atlası, 34. Baskı, İletişim, İstanbul, s.51)
Haa bir de ceviz deyince, oğlumun uyku tulumundan karnına güm güm vurarak söylediği "ceviz adam" şarkısı ile 5 yaşındaki hali çıkıp geliverir.
Ceviz adam şip şap şup
Burnuda uzun lu lu lu
Kaşları keman gıy gıy gıy
Saçları rüzgar vu vu vu
Karnıda davul güm güm güm
Bize güler ha ha ha
Yani ceviz çook değerli bir şeydir.